İhtimaller Can Yakar
- Duygu kitabı
- Mektuplar ve sahne çizimleri
- Hayal kırıklığı
- İsimsiz karakterler
- Şiirler ve şair başrol
- Şarkıların hikayeleştirilmesi
- Sevgisizliğin sonuçları
- Olmayan erkek başrol
Tüm Bir Yaşam
İnsanların ilk halleri hiçbir zaman akıllarda kalmazdı. O haller iyi veyahut kötü olabilirdi. Üstüne o kadar çok şey yaşanılırdı ki ilk hali zihninizde bile canlanmazdı. Yaşanan olayların ağırlığı ve zamanın acımasız akışı, bu anıları bulanıklaştırırdı. Öyle olurdu genelde, hep öyle anlatılırdı. “Bana şunu yaptı” diye devam edilirdi isimlerin yanına. İlk halleri değil, son halleri yazılır, çizilir, duyurulurdu. Birinin aklında kalmak istiyorsan, ona kötülük yapmalıydın. Seni anmasını istiyorsan, onu paramparça etmeliydin. Ne acıdır ki, insanların zihninde kalıcı olmanın en kolay yolu, onlara acı çektirmekti.
Peki ya genç kız neden genç adamın ilk haline takılı kalmıştı? Öyle güzel günler yaşatmıştı ki kıza, unutmaya kıyamamıştı.
O anılar, zihninin en parlak köşesinde saklanıyordu. Onu ilk gördüğünde kalbi göğüs kafesini delmeye başlamıştı. Heyecan mıydı yoksa panik mi bilmiyordu. Geçmişi hatırlıyordu. Onu görmezden geldiğini, sosyal medya üzerinden ismini bile hatırlamadan ettiği onca ezici lafları. Hiçbiri genç kıza kötü hissettirmemişti. Kızıl yaşadığı şeyler yüzünden yeterince kötü hissediyordu zaten.
Hayatının kötü noktalarında, verdiği kötü kararlardı.
Onu çocukluktan kalma erkek bir arkadaşıyla uzun zamanın ardından yeniden konuşmaya başladığı gün görmüştü. Arkadaşı ile yıllar sonunda yeniden konuşup, eskisi gibi olmuşlardı. Staj çıkışlarında oturdukları bir parkta kumralını ilk defa canlı görmüştü. Uzun zaman sonra barıştığı arkadaşıyla, kumralın tanıdık çıkmaları kaderin bir oyunu muydu? Belki de hayatın beklenmedik yollarla insanları bir araya getirme şekliydi.
İlk yüzüne baktığında; kışa âşık olan genç kıza, baharı anımsatıp sevdirmişti.
Soğuk ve kasvetli kış günlerinde bile içini ısıtan bir güneş gibi hissettirmişti. Bu nasıl bir kudretti böyle? Gözlerindeki sıcaklık ve gülümsemesindeki samimiyet, kızın kalbine işliyordu. Onu gördüğü her an, sanki yeniden doğuyordu.
Kızıl saçlı genç kızın ertesi gün doğum günüydü. Sıkıcı, önemsiz, kimsenin değerli hissettirmeyeceği günlerden yalnızca birisiydi. Her yıl aynı yalnızlık ve hayal kırıklığı hissiyle dolardı. Hiç sevilmemiş, değer görmemişti. Bu yüzden, doğum günleri ona hep anlamsız ve boş gelirdi. Bunları bildiğinden heyecan dahi duymadı, doğum gününün geliş haberine. Doğum gününden önceki gün yüzünü fotoğraflardan hatırladığı, hiç olmadığı kadar kaba davrandığı bu kişiyi kader neden karşısına çıkarmıştı?
Genç adam önlerinden geçtiğinde kızıl kız, erkek arkadaşının omzuna başını koymuştu. Bu, onun için bir tür sığınaktı, güvende hissettiği tek yerdi. Geçmişten tanıdığı, kızı anladığını hissettiren sayılı kişilerdendi. Kumral önce önlerinden geçti. Biraz ilerlediğinde dönüp arkasına baktı. O an göz göze geldiler. Genç kız başta tanımadı, genç adam onu ezberinden hiç çıkaramadı. Zamanın geçişine rağmen, genç adamın zihninde genç kızın silueti hep canlı kalmıştı. Önünden geçen uzun boylu, kumral, mimikleri sert olan adam geri döndü. Genç kıza yaklaşırken heyecandan ölecek gibiydi fakat belli etmedi. Genç kız şaşırdı, ondan nefret eden adam neden yanına geliyordu ki? Kalbi hızla çarpmaya başladı, panik ve belirsizlik içinde kıvranıyordu. Panik yaptı, usulca ona bir şeyler anlatmaya devam eden arkadaşının omzuna biraz daha sindi.
Kumral adam yaklaştı, kızıl saçlarını omuzların arkasına atmış kız nefesini tuttu. Sanki dünya durdu ve o an sonsuz bir an gibi geldi. O sırada ummadığı bir şey oldu. Yanındaki bedenle, karşısında aylar önce kalbini kırdığı kumral tokalaştı. Arkadaşı yanından kalkarken genç kız ezildiğini hissetti. Yerin dibine geçmek istedi, utanma ve suçluluk duygusu içinde boğuluyordu. Kumrala ettiği küçümseyici sözler aklından bir film şeridi misali geçti. Kumral adam kızıl saçları omzunu geçmiş, panik halindeki kıza dönüp bakmazken arkadaşıyla şakalaştı. Sonra uzaklaştı, genç kız hala şaşkındı. Bütün vücudu titriyor, yeşil gözlerinde korku ve şaşkınlık karışımı bir ifade beliriyordu. Yeşil gözlerini yanına oturan yeniden oturan arkadaşına dikerek hızla konuştu.
“Onu nereden tanıyorsun? Sakın tekrar konuşma!”
Arkadaşı güldü. Gülüşü, sanki her şeyin normal olduğunu kanıtlamaya çalışır gibiydi. “Bizim mahalleden, ne oluyor kızım sana? Ruh gibi olmuşsun!”
Yeşil gözlü kız arkadaşına geçmişte olanları anlattı. “Aklımın başımda olmadığı bir gece onun çıkma teklifini kabul ettim. Sonra ise onu unuttum, kötü bir dönemdi. Sosyal medya hesabıma aylarca girmedim. Girdiğimde kumraldan gelen onlarca mesaj gördüm. Özür dilemek yerine üste çıktım. Çocuğa benim gibi birisiyle çıkmayı nasıl hayal edersin dedim! Kırdım, çok kötü bitti sohbetimiz. Benden nefret ediyor!” Sözleri acı doluydu, yaşadığı pişmanlık ve üzüntü gözlerinden okunuyordu. Aslında kötü birisi değildi. Birinin onu kötü hatırlaması genç kızı paniğe sürüklüyordu. Karşısındaki hiçbir şeyi ciddiye almayan, umursamaz arkadaşı bile şaşırdı. Kız normalde karıncayı bile kırmazken o an neler oldu da acısını çocuktan çıkardı diye merak etti. Kızılın arkadaşının zihninde soru işaretleri dolaşıyordu, kızıl hakkında bilmediği bu karanlık dönem onu düşündürüyordu. Bu süreçte kızın hayatında yoktu, bazı olaylar onların arasına da mesafe koymuştu. Aralarındaki mesafe, geçmişin bu hüzünlü anılarını saklamıştı.
İkisi de birbirini yalnız bırakmıştı.
Aralarındaki sessizlik, geçmişin ağırlığını ve kırgınlıklarını taşıyordu. “Etmiyordur.” dedi. Nasıl bu kadar emindi? Kız sormak istedi. Panikten, utançtan, vicdan azabından kahroluyordu. Kız sorularını soramadan oturdukları bankın önünde birisi durdu. Kızıl saçlı kız başını kaldırıp baktığında kumralın yanlarında olduğunu ve çoğu dediğini duyduğunu fark etti. Kızardı. Yüzü ateş gibi yandı, kalbi hızla çarpmaya başladı. Yüzünü buruşturdu. Bir insanın hiçbir işi de rast gitmez miydi? Hayat neden bu kadar zalimdi?
Kumral, kıza bakmadan ortak arkadaşlarına döndü. “Sigaran var mı?” Cebindeki sigara paketi görünüyordu. Yine de kızılın çocukluk arkadaşından istiyordu. Bu, aralarındaki tuhaf bir oyundu sanki, bir tür güç gösterisi… Kız gözlerini kapayarak gitmesini bekledi. Düşünceleri karmakarışık, duyguları allak bullaktı. Onlar birbirine sigara al ver yaparken kumralın yeniden soru sorduğunu duydu.
“Arkadaşlarla lahmacun yiyeceğiz. Gelmek ister misiniz?”
Genç kız gözlerini araladı. Kararsızlık ve endişe dolu gözlerle baktı. Karşısındaki çocuğa en sevdiği yemeğin lahmacun olduğunu söylediğini hatırlıyordu. Denk mi gelmişti? Yoksa bir tesadüf müydü? “Hayır.” dedi kız net sesi ile. Kararlılığı, içindeki korkuyu örtbas etmeye çalışıyordu. Kendisinden nefret eden birisinin yemek davetine gidip kendisini rezil etmeyecekti! Kumral, kıza bakmadı bile. Başını sallayıp birkaç metre ilerideki bankta oturan arkadaşlarının yanına gitti. O an, genç kızın içindeki gerilim biraz olsun azaldı. Kızıl kadın o gider gitmez ayaklandı.
“Ben gidiyorum, kızlarla buluşacağım doğum günümü kutlayacaklarmış. Sen de eve git, konuşma onunla!”
Arkadaşı da kızla birlikte ayağı kalktı. Kızılın ani tepkisi onu şaşırtmıştı. Ayağa kalkmış, sinirlenmiş kızılın omzuna elini attı. Birlikte yürümeye başladılar. Hava, akşamın serinliğiyle dolmuştu. Umursamaz çocuk yeşil gözlü kıza, kumralla ilgili şakalar yaptı. Şakaları hafifletici olmayı amaçlıyordu fakat genç kız için bu şakalar daha çok sinirlendirdi. Çocukluk arkadaşı genç kızın diğer kız arkadaşları gelene kadar parkın girişinde bekledi. Genç kız sonunda iki çocukluk arkadaşını gördü. Onlarla da yıllardır görüşmüyordu. Bugün, doğum günü hatırına herkesi affedesi mi gelmişti? Lanetli bir gün olduğu belliydi. Çok yalnızdı ve eski hayatını özlüyordu. Aniden gelen perileriyle her şeyi boş verme kararı almış, hepsinin buluşma isteğini aynı güne ayarlamıştı.
İlkokuldan kalma arkadaşlarına gülümseyecekken bir başka, asla konuşmadığı bir erkek arkadaşını daha da gördü. Kalbindeki burukluk, yüzündeki gülümsemeyi gölgeledi. Eskiden çok yakınlardı, o da ilkokuldan arkadaşıydı. Ta ki kumralı üzene kadar her şey yolundaydı. Kumralla bu çocukluk arkadaşı yeni karşılaştığı, artık konuşmadığı sayesinde tanışmıştı. İki kız, bir erkek arkadaşı kızılın yanına geldiğinde ben neyin içine düştüm diye düşünmeden edemedi. Düşünceler kafasında dönüp duruyordu, hepsinin burada olması kaderin bir oyunu gibiydi.
Yanındaki dört bedenle de uzun zamandır konuşmuyordu. Sırf yalnızlıktan bıktığı için hepsini affetmişti. İçindeki yalnızlık duygusu, onu bu buluşmaya zorlamıştı. Yine de garip hissediyordu, dört bir yanından ihanete uğrayacak gibi temkinliydi. Her an tetikte, her an savunmada. Kumralın arkadaşı olduğunu öğrendiği, kumrala sigara veren arkadaşı genç kızın yanından ayrılacakken kulağına fısıldadı.
“Sevgili olup olmadığımızı sordu, sen bunu düşün bence.”
Bu sözler, genç kızın içindeki karmaşayı daha da derinleştirdi. Kalbi, zihni ve duyguları arasında bir savaşa sahne oluyordu.
Arkadaşı sessizce uzaklaştı ve diğer üç arkadaşı genç kızın yanına geldi. Kaderin cilvesi midir bilinmez, genç kız arkadaşlarına selam bile veremeden kaçtığı, içini kıpır kıpır eden, vicdanına baskı yapan kumral yeniden yanlarında belirdi. Kız, duygusal bir karışıklığın içinde, karşısındaki kumralın varlığıyla başa çıkamıyordu.
Dayanamayarak tepki verecekken kumral; kızların yanında gelen, konuşmayı kestiği bir diğer sarışın erkek arkadaşı tokalaştı. Genç kız o kadar sinirliydi ki bir anlığına kumralla sarışın arkadaşı sayesinde tanıştığını bile unutacaktı. Kendini kontrol etmekte zorlanarak, içindeki çelişkilerle boğuşuyordu.
Aslında tanışma bile olmamıştı, yalnızca kırmıştı. Ardından her şey çok hızlı gelişti. Doğum gününü yalnızca kızlar pastasız partisiz minik hediyeler ve sohbetle kutlayacakken aniden on kişi oldular. Bu ani değişiklik, genç kızın dengesini daha da bozdu. Kızıl kız sarışın eski arkadaşını da yanlarında getirdiği için kızlara kızarken, kumral ve birlikte oturduğu onun arkadaşlarının yanlarına geçince neye uğradığına şaşırmıştı. Yalnızlık hissi, kalabalık arasında daha da belirgin hale geldi.
Bu kalabalığın içinde bile yalnızdı.
Herkes birbiri ile konuşup eğlenirken iki sessiz beden vardı. Kumral o kadar nefret dolu görünüyordu ki genç kızın kalbi tekrar sızladı. O an, kumralın duygusal güçlükleriyle yüzleştiği bir an gibi geldi genç kıza. Ona kesinlikle âşık değildi fakat insanların akıllarında nasıl kaldığına dikkat ederdi. Kırmak istemezdi, mizacına tersti. Kendini kısıtlamak zorunda hissediyordu. Birkaç kez kumrala laf attı, çaktırmadan muhabbet etmeye çalıştı fakat kumral birkaç kelime dışında tepki vermedi. Kumralın sessizliği genç kızı daha da huzursuz etti.
Kesinlikle nefret ediyordu! Bu gerçekle yüzleşmek genç kız için zordu.
Genç kıza iki kız arkadaşı hediyeler verirken sessizce teşekkür etti. Her şey üzerine geliyor gibiydi. Yalnızlık istemiyorum derken bahsettiği bu değildi. Buraya ait değilmiş gibi davranıyordu. Kendini bir yabancı gibi hissetti, çevresindekilerin samimiyetine şüpheyle yaklaştı. Buraya ait değildi. Kimse kimseyi sevmiyordu, herkes sahteydi. Ailesini bahane edip kalktı. Çocuğun yüzüne baktı. Kız, içsel bir çatışmanın ortasında, duygusal bir kaosa sürüklendiğini hissetti.
Hiçbir şey söylemedi her ikisi de. Hatta kumral, kızılın suratına bile bakmadı. Bu sessizlik, içindeki karmaşayı daha da derinleştirdi. Genç kızla birlikte koskoca, birbirinden bağımsız insanların toplandığı bu grupta kütüphaneye gitmek üzere ayaklandı. Gruptan uzaklaşmak istedi, içsel dünyasında derin bir yolculuğa çıkmak için. Kalabalık ortamlarda gerçek düşüncelerine ulaşamıyordu.
Genç kız otobüs durağına geçecekken, kumral yalnızca arkasından “Karşıdan karşıya geçerken dikkat et.” demişti. Kızılı düşünmüştü. Genç kızın suratında bir gülümseme oluşturdu. Genç kız otobüs beklerken nefesinin daraldığını hissetti. Bu sadece bir uyarı değil, bir anlamda özenle söylenmiş bir mesajdı. Kendini küçük bir yolculuktan sonra eve atıp neden bu kadar gerildiğini düşündü. Çocuk gözüne çok efendi ve çekici gelmişti. Kızıl kız ona o kadar şey yapmasına rağmen laf bile sokmamıştı. Farklıydı. Bu genç adam, genç kızın hayatında daha önce karşılaşmadığı biri gibiydi. Şu ana kadar hayatına aldığı insanlardan farklı… Bu farklılık genç kızın dikkatini çekti, içsel dünyasında bir dönüşüm başlatıyordu.
Yatağın üzerine uzanıp bu insanlarla neden barıştığını sorguladı. Doğum gününe saatler kalmıştı. Biraz şarkı dinledi. Şarkılar, genç kızın duygusal huzursuzluğunu bir nebze olsun dindirmeye çalıştı.
Hiç kimse tarafından adam akıllı, kırılmadan sevilmediğini fark etti. Belki de suç aynada gördüğü kişideydi. Kendi içsel kargaşasının sorumluluğunu kabul etti. Kendisi her şeyi yolunda yapmıyordu ki sürekli kalbi kırılıyordu. Bu gerçekle yüzleşmek, genç kızın büyüme sürecinde bir adım atmasını sağladı.
Ya da erkek seçimleri tamamen başarısızdı.
Geçmişte yaptığı hataları gözden geçirdi. Şarkılarla birlikte yatağına uzanmış, gözleri dalmışken telefonu çaldı. Beklenmedik bir telefon, genç kızın düşüncelerini aniden kesintiye uğrattı.
Saat 23.30’du.
Arayan kişi o grupla kalmaya devam eden, barıştığı kız arkadaşlarından birisiydi.
Gece yarısı gelen bu çağrı, genç kızın dikkatini derhal çekti. Kaşlarını çatarak telefonu açtı. Genç kız telefonu açar açmaz “O senin eski sevgilin miydi?” diyerek çığlık atıldığını duydu. Kızıl kadının arkadaşı biraz patavatsız olabiliyordu. Telefonun uçundaki heyecanlı ses tonu, kızılı endişelendirdi. “Yanındaysa lütfen sus ve beni eve geçtiğinde ara.”
“Hayır ayrıldık şimdi.”
O kadar kalabalığın arasında kumral genç kızı mı anlatmıştı? Yoksa onların tanışmasını sağlayan sarışın mı söylemişti kız arkadaşına? Meraklandı. Biraz da heyecanlandı. Bu beklenmedik gelişme, kızılın içsel dünyasında yeni bir dalgaya neden oldu.
Kumralın hakkında ne düşündüğünü delice merak ettiği için kendisine kızdı. Kimseyi umursamayan, hayatına almayan, uzak mesafe her daim iyidir diyen kıza ne olmuştu böyle? Kendi içindeki değişimleri sorgulayan genç kız, artık hayatında yeni bir sayfa açmanın eşiğindeydi. Utandı, yine de merakını biraz olsun bastırmak adına sordu.
“Hakkımda bir şey söyledi mi?”
“Evet.”
Karşı taraf sanki onu meraklandırmak istiyor gibi anlatmıyordu. Genç kız yerinde kıpırdanarak kalktı ve oda da volta atarken sordu. “Anlatsana kızım, merak ediyorum işte!”
“Bize getirdiğimiz için kızdığın adam senin çok değiştiğini, suratsız birisine dönüştüğünü söyledi. Ayriyeten dış görünüşünün de çok değiştiğini.”
Sarışın adamı geçmişten beri neden sevmediğini yeniden anladı yeşil gözlü kız. Her daim aptaldı. Kendisinden ona neydi?
“O ise hala eskisi gibi güzel olduğunu söyledi.”
Genç kızın kalbi o kadar hızlı attı ki bir an karşı tarafın sesini duyamadı. Güzel olduğunu söylemişti. Nefret ettiği birisine güzel diyemezdi! Bir an kendisini arayan arkadaşını kıskandı. Telefonun ucundaki kadın kumralla saatler geçirirken kendisi yalnızca onu bir saat görmüştü. Neden onu izlemek istiyordu bilmiyordu. Hakkında söyleyeceği şeyleri onun sesinden kendisi duymak istemişti. Çünkü imkânsız geliyordu.
İmkânsız ihtimaller her daim çekici gelirdi. Bilmiyordu. Aşk sandı.
“Seni hala seviyor gibi.”
“Saçmalama, benden nefret ediyor. Bir daha sakın bizi dolaylı yoldan olsa da yan yana getirmeyin.”
Sesi kızgındı ama sözleri yalandı. Aynı ortama girmek istiyordu. Kumralın onunla konuşmasını diliyordu. Özel hissetmek istiyordu. Bir kez olsun kendisine gülse özel hissedecek gibiydi.
“Arkadaşlarına işte beni yalnız bırakan, size anlattığım kız bu dedi. Onları dinlemek çok zordu!”
Silkelendi. Kumralı kendi elleri ile itmişti. Yalnızca bir kere yüz yüze gördü diye böyle olamazdı. Hevesti biliyordu. Ulaşılmaz olanı isteme arzusu… Ya da vicdandı. Kesinlikle heyecan olamazdı! Genç kız arkadaşını geçiştirerek telefonu kapattı. Doğum gününe dakikalar kalmıştı. Marketten aldığı minik bir kekin üstüne diktiği tek mumu yaktı. Telefonunun ekranını açtı. Kimsenin hayatındaki önemli kişi değildi. Önemli olmak istiyordu.
Saat çift sıfırı gösterdi. Gözlerini kapayıp mumu üfledi. Önemli birisi olayım. Birinin hayatındaki en önemli kişi olayım.
O an telefonuna sosyal medyadan bir mesaj bildirimi düştü. İsmi gördüğünde gözlerini büyüttü.
“Yok artık.”
İki mesaj vardı. İkisi de kumraldandı.
Yirmi dört Eylül, kızılın doğum günü, kumralın geri dönüş günü olmuştu.
Heyecanla saniyesinde bildirime dokundu. Başka kimse yazmamıştı. Kumral ekran fotoğrafı atmıştı. Bir sohbetten alınmıştı. Fotoğrafta genç kız doğum gününü söylemişti ve kumral “Kalbime yazdım, asla unutmam.” demişti. Dokuz ay öncesiydi. Ardından genç kız, kumralın attığı mesajı okudu.
Doğum günün kutlu olsun. Sevdiklerinle mutlu bir seneye. İyi ki doğdun.
Genç kız mesajın sonundaki kırmızı kalbe mi takılsa, ondan nefret eden birisinin attığı mesaja mı bilemedi. Bir tek o yazmıştı. Anlamsızca telefona bakılı kalırken yeniden bir mesaj geldi.
Unutmam demiştim:)
Kızıl kız yanıt veremezken sohbette birazcık eskiye gitti. Son mesaj da ona birkaç söylenmemesi gereken şey söyleyip, kendisini rahatsız etmemesi adına uyardığını gördü. Çok. Sert. Bir. Dilde. Kumral ise yalnızca “Sen öyle istiyorsan.” yazmıştı ve bugüne kadar yazmamıştı.
Genç kız yanıt vermek ya da vermemek arasında kaldı. Bu kadar vicdan azabı çekip kumrala üzülmesi hiç normal değildi. Birkaç mesajla yanıt verdi. Garip bir şekilde mesajları sevecendi.
Teşekkür ederim, benden nefret ettiğini sanmıştım. Kutlaman sevindirdi.
Kumraldan birkaç mesaj geldi. Her ikisi de telefon başında heyecanlıydı. Her ikisi de birbirlerini yüz yüze ilk kez görmüş, birlikte heyecana kapılmışlardı. Biraz sohbet ettiler, ardından uyudular. Ertesi gün olduğunda kızıl liseden arkadaşları ile doğum günü için buluştu. O sırada kumral aniden nerede olduğunu sordu. Genç kız umursamayarak cevapladı. Sonrasında kumraldan “Gelebilir miyim?” mesajını aldı.
Kızıl saçlı kız, onunla yüz yüze konuşacak, sonunda suratıma bakacak diye heyecanlandı. Doğum günü iyi geçiyordu. Sonbaharda olmasına rağmen, çiçekleri açtıran bahar gibi hissettirmişti. Hava güneşliydi. Güzel günleri müjdeliyor gibiydi. Genç kız gelmesini kabul ettiğinde yerinde duramıyordu. Kıyafetlerine, saçına, makyajına çeki düzen verdi. Arkadaşlarından özür dileyerek başka masaya ayrıldı. Arkadaşları onu uzun zamandır birisiyle görmediği için şaşırdılar fakat sevindiler.
Bir süre sonra kumral geldi. Genç kız ayağa kalktı. El sıkmayı beklerken kumral ona sarıldı. Kızılın heyecandan eli ayağı titriyordu. Oturdular, yemek söylediler. Kızıl saçlı kızın, yazdığı birkaç mesajdan ne sevdiğini unutmadığını belli edercesine yemekleri kumral söyledi. Genç kız uzatmadan aklındaki soruyu sordu. İç sesinin “İntikam için kendine bağlayıp yarım bırakacak.” demesine katlanamıyordu.
“Neden gelmek istedin, benden nefret ettiğini ikimiz de biliyoruz.”
Kumralın kaşları çatıldı. Genç kıza biraz yaklaştı. Garip bir tanıdıklık hissi vardı ve bunu her ikisi de sonuna kadar hissediyordu.
“Nefret etmiyorum.”
Genç kız sıkıntılı bir nefesle “Onca şey söyledim, etmen lazım. Hem dün çok kötü baktın.” dedi. Kumral genç kıza biraz daha yaklaştı. “Rahatsız etmemek için uzak durdum, iyi ki doğdun.”
Genç kız o an yeniden fark etti. Kötü davrandığı herkes onu kıymetlisi yaparken, iyi davrandıkları başına çıkıyordu! Genç kızın afallaması ile kumral sağ elini genç kıza doğru uzattı.
“Bu sefer unutmayacaksan beni, yeniden deneyelim mi? Seni özlemişim”
Genç kız şaşkınlıktan dilini yutmuşa döndü. Bir ihtimal vardı. İlk görüşünde baharlar getiren, cansız bedenine can, heyecan olan bu adamdan olur muydu?
Acele işleri sevmezdi fakat geçmişi çok iyi değildi. Yeniden reddedemezdi. Kendisi de içten içe istiyordu. Sol elini uzatarak kumralın avucuna elini bıraktı. Eli elinden, boyu boyundan katbekat büyüktü. Genç kız içinin kıpır kıpır olduğunu gördü. Yaşamaya şimdi başladım diye düşündü. Kumral kızın elini bırakmadan bir dal sigara çıkarttı ve sol eliyle genç kızın ağzına doğru uzattı.
“Sigaramızı bize içelim bugün.”
O günden sonra her gün birlikteliklerinin hatırına sigara içtiler. Değer verdiler. İkisi de sevilmemişti. Birbirlerini sevdiler. Günler haftaları, haftalar ayları kovalarken birbirlerinin her şeyi oldular. İkisi de arkadaşlarından istemsizce uzaklaşıp birbirine sığındılar. Başlarda birkaç günde bir görüşürken, birbirlerini görmeden yapamaz oldular. Birlikte ders çalıştılar, kütüphane de soru çözerken bile birbirlerine cilve yaptılar.
Genç kız “Bu sefer de o beni bırakacak.” diye başladığı kuruntularından kurtuldu. Hiç kimse ona bu kadar vakit ayırmamıştı. Bazı sabahlar, sabahın henüz körüyken uyanıp, buluşup kahvaltı yaptılar. Genç kız hiçbir şey yemezken, kumral zorla yedirdi. Her öğle aralarında yol kat edip bir saatlik olsa da birbirlerini gördüler. İkisi de birbirine işim var demedi. İşlerini birlikte hallettiler.
Eğlendiler. Her yerde anımız olsun diye şehirlerindeki her mekâna gittiler. Kızıl saçlı kız, kumralın kırmızı gülü oldu. Kumral Gülüm diye sevdi. Güle ömrünü ilk defa uzun olacak gibi hissettirdi. Kumralın Gül’ü hastalandı, hastanelerden çıkamazken kumral ona eşlik etti. Genç kızın başı döndüğünde omzuna yasladı. Her bir hastane sonucunu tek tek inceledi. Genç kızın sevdiği kızıl saçlarının boyasını bile her ay birlikte aldılar, boyadılar. Genç kız tarzı olmamasına rağmen kumralla futbol oyunları oynadı. Bazen internet kafelerinden çıkmadılar, bazense giyim mağazalarından. Birbirlerinin evine girip çıktılar.
Her sokakta anı biriktirdiler.
Genç kız ilk defa bir kışta üşümedi. İlk defa birisi tarafından kırılmadı. Birbirlerini ısıtıp, birbirlerinin baharı oldular…
İkisi de birbirinin hayatını, dakikalarını ezberledi. Evli bir çiftten farkları yoktu. Bazen genç kızın duygusallıkları tutardı, gözleri dolardı. O yaşın gözlerinden akmasına izin vermeden önce gözyaşını siler, ardından sarılırdı kumral. Birbirlerinin içinde harlanan ateş oldular, onlara dokunmaya çalışanları yaktılar.
İlk defa birinin hayatında en önemli kişi olduğunu hissetti.
Sonsuz güvendi genç kız.
Kumral hakkında illaki söylentiler oluyordu, hiçbirine inanmadı. Tüm bir yaşam birlikte geçirdikleri bir yıla yakın bir süreye sığmıştı. Ailelerinden daha çok görüyorlardı birbirlerini. Hem arkadaş hem anne baba hem sevgili oldular birbirlerine. Genç kızın kan değerlerinin çok düşük olduğu bir zaman diliminde, her gün kızın evine birlikte gittiler. Otobüsler çok doluyken kumral tutunuyor, genç kız gözlerini kapatarak ona sarılmaktan başka bir şey yapmıyordu. Düşüp bayılmamasını kumrala borçluydu.
Etrafındaki herkesi ikisi de hayatlarından çıkardılar. Genç kızın yalnızlığını tek kişi son buldurmuştu. Öyle çok sevmişti ki kumralı, anlatamazdı. Kelimeler kifayetsiz kalırdı.
Geçirdikleri tek bir yıl, tüm bir yaşamdı artık.
Kumral, gülüne uzun bir yaşamın umudu olmuştu.
Güneşin artık ısıtmadığı bir sabah ise kızıl saçlı kızın yaşama olan inancının sonu olmuştu. Genç kız bir sabah uyandı ve kumralı bir daha bulamadı.
Ne Farkeder
İnsanlar değişirdi. Birinin kalbini kıranlar, ne kadar zaman geçerse geçsin üzülmeye mahkûmdu. Genç kız son sekiz ayda güzelleşmişti. Sevilen insanlar gerçekten güzelleşiyor diye düşünmüştü. Aldığı minik hediyeler, geçirilen vakit, sevgi ve saygı sözcükleri ile sürekli gülümseyen birisine dönüşmüştü. Yüzündeki gülümseme, içindeki huzurun bir yansımasıydı, ama bu huzur, ince bir buz tabakası gibiydi; kırılgan ve güvensiz. Kızıl bir sabah yine erkenden uyandı. İçinde garip bir sıkıntı vardı. Gözlerini açar açmaz göğsünde bir ağırlık hissetti, sanki boğazına oturan bir düğüm gibiydi. Son günlerde kumralla her zamankinden az görüşmüştü. Kumralın sürekli yapacağı bir şeyler oluyordu ve bu da konuşma sürelerini azaltıyordu.
Genç kız bunu sorun etmedi. İçten içe onu özlüyordu. Özlemi birkaç gün olmasına rağmen ağır bastığından bazen kırgın konuşabiliyordu. Yine de ona vakit tanıyordu. “Şu sıra işleri yoğunsa, onu bir de ben yoramam.” diyordu kendi kendine, ama kalbindeki ince sızı onu rahat bırakmıyordu.
Bugün staj günü değildi, okula gitmesi gerekiyordu. Okul saatine çok vardı. Gerçekten sabahın köründe uyanmıştı. Hızla hazırlandı, hemen otobüse binerek kumralın evinin yakınlarında indi. Sokaklar hala boştu, sabahın ilk ışıkları, kaldırımları altın sarısına boyarken hafif bir rüzgar yüzünü okşuyordu. En yakındaki bir fırından yenilebilecek şeyler aldı. Fırından çıkan taze ekmek kokusu, anlık bir rahatlama getirdi ona. Durağa geri döndü. Beklerken sanki ilk gün gibi heyecanlıydı. Her anını ezbere bildiği çocuğa bağlanmasının sebebi belki de buydu. Ne kadar süre geçerse geçsin hep ilk günkü gibi hissetmesi, heyecanlanması… Anlamlıydı işte. Kumralın isminin, konusunun, anısının geçtiği her şey kızıl saçlı kız için anlamlıydı.
Geçirdikleri aylardan sonra ilkbahar daha yeni gelmişti. Buna rağmen hava soğuktu. Rüzgâr, ince ceketinin altından girip tenini üşütüyordu, ama onun içini asıl üşüten kumralın soğuk tavırlarıydı.
Kumral genç kıza soğuktu.
“Olsun.” dedi genç kız, kendi kendine. “Baharlar her daim sıcak olamazdı.” Silkelendi. Çocuğun sadece şu sıra işleri üst üste geliyordu! Hemen kafasında kurmasa olmazdı değil mi? Yine de onu kaybetme düşüncesi ona kışı getiriyordu. Cebinden çıkardığı telefonuna bakarken bir yandan titriyordu. Soğuktan değildi, biliyordu.
Kumralı aradı. Her daim, saat kaç olursa olsun telefonunu açardı. Genç kız her özlediğinde arıyor olabilirdi fakat yine de kumral başına bir şey gelme ihtimalini düşünürdü. Telefon uzun bir süre çaldı. En sonunda açılmayarak kapandı. Genç kız omuzlarını düşürdü. Birkaç gündür kumralını görmüyordu. Sesini, güldüğündeki kısılan gözlerini özlemişti. Dün de aramıştı fakat kumral açmayıp, mesaj atmıştı.
Kızılın düşünceleri ile gözleri doldu. Kumralın sesini duymadığında bile kimsesiz hissetmesi adil değildi. Kulaklığını taktı. Yüksek seste melankolik şarkılar açtı. Hüzünlü melodiler, kalbindeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Henüz ikinci şarkı bitmeden telefonu çalmaya başladı. Kumral onu arıyordu! Genç kız düşünmeden hemen açtı.
“Kumralım.”
Karşı taraftan mırıldanma sesleri geldi, yeni uyandığı belliydi. Sesindeki o alışık olduğu sıcaklık yoktu.
“Beni aramışsın?”
Gülüm dememişti. Her cümlesinde gülüm diyen adam, gülüm dememişti. Genç kızın hevesi kırıldı. Yeni uyanmasına verdi bu düz, yabancı hallerini. Yine de onu görecekti, kararlıydı.
“Kahvaltı yapalım mı okul öncesi, seni özledim.”
Karşı taraftan bir süre ses gelmedi. Genç kız o kadar tedirgindi ki! İlk gün, kumralın ondan nefret ettiğini düşünürken bile böyle değildi. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bir sorun olduğunun farkındaydı. Sorunu bulamıyordu.
“Yetişemeyiz, devamsızlık hakkım yok.”
Genç kız devamsızlık hakkının olduğunu biliyordu. Onun hakkındaki her şeyi biliyordu. Kumral da genç kızın bildiğini biliyordu. Genç kızın sesindeki heyecan biraz daha söndü. Kafasında kurmaktan nefret ederdi. Çözüm yolu istiyordu. Sorunu bilmek istiyordu.
“Anlıyorum, bana ayıracak vaktin yok.”
Genç kız cevap beklemeden telefonu kapattı. Kötü bir şey söylerse kaldıramayacağından korkmuştu. Eskisi gibi duygusuz, gamsız, hissiz değildi. Kumrala farklı yanlarını açmıştı ve bir tek ona kırılgan bir çiçek gibiydi. En küçük sözünde solacak gibiydi. Yine de sıkılmıştı ne kadar zaman geçerse geçsin en başa dönmekten. Gözlerindeki yaşları elinin tersi ile sildi. Genç kızı bu kadar yalnız bırakacak ne olmuş olabilirdi ki? Yeniden otobüsüne bindi ve hiç bilmediği bir mahalleye gitti. Otobüsün camından dışarıya bakarken, yabancı sokaklar ve tanımadığı yüzler arasında kayboldu. Okuluna gitmek yerine farklı bir otobüse bindiğinin farkında bile değildi. Kumralın aramasını bekledi. Aramadı, mesaj dahi atmadı.
Issız hissediyordu. Evi başına yıkılmış gibiydi. Kalbindeki ağırlık her geçen saniye daha da artıyordu. İnsanlar her daim aynı ilgiyi veremezdi. Herkesin ruh hali değişirdi. Genç kız bunu saygıyla karşılıyordu ama içindeki alışmışlıkla farklı davranışlar bekliyordu.
Görmezden geliniyordu.
Önemsiz hissediyordu.
Kumral fark etmese de kızıl birkaç konuda yalanını yakalamıştı. Hatırlamak istemiyordu. Değişmiş olamazdı. Kumralı ona isteyerek yalan söylemezdi. Saflığını, dünyadaki tek insan gibi hissettirmesini sevdiği kumralı artık bunları yapmazsa diğerlerinden farkı kalacak mıydı? Kızıl bilmediği sokaklarda düşmüş omuzları ile yürüdü. Telefonu her çaldığında kumral sanıyordu. Okuldaki arkadaşlarıydı. Bir parka oturdu. Yıkık dökük bir merdivende kulaklığıyla yüksek sesle müzik dinliyordu. Ne kadar süre geçti bilmiyordu.
Ailesinden birisi ölüm döşeğindeymiş gibi hissediyordu.
Kalbi sanki her an duracakmış gibi çarpıyordu. Her an ailesini kaybedebilirdi. Ailesini her daim yanında istiyordu ama bu mümkün değildi. Gideceğini bilmesi ile son zamanlarımız iyi geçsin diye çabalıyordu. Fakat ölümün kıyısında olan kişi için kalanlar önemli değildi. Onun için üzülenleri görmüyordu.
Kafasını gömdüğü dizlerinden başını bir baskı ile kaldırdı. Simsiyah gözleriyle bir kedi yanına gelmişti. Kedi, gözleriyle ona bakarken sanki kızılın acısını anlıyormuş gibiydi. Burnunu çekti, ağladığının farkında bile değildi. Kedi destek olmak istiyor gibi kucağına geldi.
Kızıl yanında bir tek kedi olduğu için en çok kedileri sevdi.
Kedi kucağından belki saatlerce inmedi. Kumralı ve kendisi için aldığı simitleri kediye verdi. Gözleri dalgın, kucağındaki kedinin yumuşak tüylerini okşarken düşünceleri karmakarışıktı. Sonra kalkıp kumrala gitmek istedi. Yanlış anlıyordu belki de. Onu aylarca başının gözünün üzerinde tutan birisi nasıl birkaç günde değişebilirdi ki? Kumralının yanında olması gerekiyordu. Kafasında kurup kaçması, alınması değil!
“Arayalım mı miniğim? Gururu mezara mı götüreceğiz! Arayalım, belli ki bir derdi var. Çözelim,” dedi kızıl, kedinin gözlerinin içine bakarak. Sanki kediden onay bekliyordu.
Kedi miyavlayıp kafasını kızılın göğsüne sürttü. Derdi seninle, çözemezsin demek istedi belki de. Kızıl bunu asla bilemeyecek, yaşayarak öğrenecekti. Genç kız telefonunu yeniden çıkarıp kumralın numarasını tuşladı. Parmakları titriyordu, kalbi hızla çarpıyordu. Telefon birkaç çalıştan sonra açıldı.
“Efendim?” Gülüm.
Genç kızın zihni, kumralın sesinden sözlerini tamamlamıştı. Gülüydü işte! Bir an için yüreğine sıcak bir umut doldu.
Kızıl “Şu sıralar bir derdin, yolunda gitmeyen bir şey mi var? Çok üzülüyorum seni böyle görü-” diyemeden duraksadı. Arkadan kahkahalar ve taş sesleri geliyordu. Sanırım okulda olduğunu söyleyerek kandırılmıştı. Sanki taşlar kalbine düşüyordu, ağır ve acı verici.
“Okey mi oynuyorsun?” Sesi kırılmıştı, hayal kırıklığı tüm benliğini sardı.
“Söyleseydim kızardın.”
Kızmazdı. Bilmek isterdi sadece. Yalan söylemesine gerek yoktu. Genç kız onu düşünürken onun tek derdi arkadaşları olamazdı. Eskiden yapmazdı. Kızıl sadece yutkundu. İçindeki boğazında düğümlenen acıyı yutmaya çalıştı. Hiçbir şey söylemezken kumral aniden ona çıkıştı.
“Kafanda ne kuruyorsun bilmiyorum! Sadece arkadaşlarımla vakit geçiriyorum. Bu da mı yasak!”
Sanırım artık kumralı değildi. Ona bağırıyordu. Üste çıkmak için çabalıyordu. Dinlemiyordu, görmüyordu. Genç kızın sesi istemsizce kısıldı. Gözleri doldu ama ağlamadı. Kedi daha çok miyavlayarak kendisine sürtündü.
İnsanlar kırar, nefislerine yenik düşer diyordu.
“Sorun değil. Hiçbir zaman yasak olmadı, iyi eğlenceler.”
Karşı tarafta arkadaşları olduğunu bildiği, tek tek hepsini tanıdığı kişiler güldü. “İzin mi alıyorsun bir de?” diyerek dalga geçenler oldu. Kumralın ses tonu kısıldı. Genç kızı üzmemek için değil, ondan utandığı için.
“Gülüm trip atma ne olur-”
Genç kız titreyen elleri ile telefonu kapattı. Onu kısıtlayacak birisi değildi! Rahatsız olduğu bir şey olmadığı sürece hiçbir şeyine hayır dememişti! Kafasında kurduğu için değil, kurmamak için aramıştı.
Yalanlar ve hayal kırıkları.
Hayallerindeki baş roller ve aniden değişmeleri.
Hak etmemişti. Sürekli her şey yolunda dediği an, tüm dünyanın tersine dönmesini hak etmemişti!
Kediyi kucağından indirmeden iyice sarmaladı. Dolan gözlerinden sicim sicim yaşlar aktı. Kedinin tüylerine damlayan gözyaşları, çaresizliğinin sessiz tanıklarıydı. Kediyle birlikte ayağa kalktı. Henüz öğlen bile olmamıştı. Hava daha da karışmış, bulutlar kararmıştı. Yağmur yağacaktı. Şehri onunla dalga geçecekti.
Kediyle birlikte sallana sallana yürümeye başladı. Nerede olduğunu bilmiyordu. Adımları, sanki bir rüyada yürüyormuşçasına ağır ve anlamsızdı. Kedinin gözleri kumralı anımsatıyordu.
Başını iki yana salladı. Burnunu çekti. Genç kız kaderini sorguladı. Kavga edip edip birbirlerini affeden bir çift değillerdi. Onlar kavga etmezdi. Birbirlerine kızmazdı. Sorun çıkarmazlardı. Dünyasının başına yıkılması bu yüzdendi belki de. Korkuyordu. Hatasını anlamayacak diye korkuyordu. Ya affetmezsem diye korkuyordu. Onsuz bir hayat yaratırsa ve elinden hiçbir şey gelmezse diye deli gibi korkuyordu.
Kedi miyavladı. Kucağından atlayarak indi ve üzeri kapalı bir yere doğru koştu. Genç kız kafasını kaldırarak havaya baktı. Yağmur yağmaya başlamıştı. Şehri genç kızın gözlerinden akan yaşlardan utanmıştı. Belli olmasın diye ıslatmaya başlamıştı kızılı.
Kızıl saatlerce ıslandı. Sigaralar yaktı, hepsi yarısında ıslandı ve söndü. Parklarda oturdu, kaldırımlarda. Bilmiyordu. Yerini, mekanını bilmiyordu. Telefonunu kapatmıştı. Yalanlardan nefret ederdi. Güvenini kıracak her şeyden nefret ederdi. Hiç bilmediği ıssız bir sokağa girdi. Sokak lambalarının titrek ışıkları altında yürüdü. Bulduğu ilk tekele girdi.
Alkol içen birisi değildi.
Hiç değilse şu ana kadar öyleydi.
Unutmak istemişti. Son günlerdeki kimsesizliğini, görmezden gelindiğini, kıymetini yitirdiğini unutması lazımdı. Sokak lambalarının loş ışığı altında, yağmurdan ıslanmış gri kaldırımlarda yürürken saçma sapan, alkol oranı çok yüksek olmayan bir içecek aldı. Islaktı, yağmur damlaları saçlarından süzülerek yüzüne düşüyordu. Paçalarından su akıyordu, bluzu üzerine yapışmıştı. Titreyen dudaklarıyla hüzünlü bir şekilde gülümsedi. Kimsenin olmadığı sokaklarda içeceğinden yudumladı. Hiçbir tat almıyordu. Her yudum, içindeki boşluğu biraz daha derinleştiriyordu. Kendisini bu hale sokmaması gerekiyordu fakat yaşadığı hayal kırıklığının haddi hesabı yoktu.
İçeceğini bitirdi. Aklı biraz havadaydı, sokaklar dönüyor gibiydi. İçecek bir süre sonra midesini bulandırdı. Adımları birazcık aksadı, yağmurdan ıslanan kaldırımlar kaygandı. Düşünceleri duruldu.
Kızılın artık düşündüğü net bir şey yoktu. Boş bir zihin, belki de huzurun tek kaynağıydı.
Düşünceler dağıldığı için sevinirken kendisini bir süre sonra kumralın mahallesinde buldu. Saatlerdir hiçbir şey yememiş, üstüne ıslanmış, ağlamış, içmişti. Yine de en ağırı başını eğmesini sağlayan yalandı. Mahallenin sessiz sokaklarında yürürken, çocukluğunun geçtiği yerlere bakarak acıyla doldu.
Kendisine kızdı. Kendisine kızdığı için, kendisine daha çok kızdı. Eskiyi, kimseyle konuşmadığı, hayatsız, gamsız olduğu zamanları özleyemezdi. Keşke doğum gününde önemli birisi olmak istemeseydi. Ancak o zaman kimseye körü körüne güvenmezdi. Kimseden emin olmazdı. Kumralın mahallesinde tenhalarda saatlerce dolaşırken bir kaldırıma oturdu. Kıyafetleri üzerinde kurumak üzereydi. Yağmur durmuştu, bulutlar dağılmaya başlamıştı. Yine de hava kapalıydı, gökyüzü hüzünlü bir griye bürünmüştü.
Telefonunu çıkararak yeniden açtı. Birileri ne halde olduğunu sormuştur değil mi? Ekran ışığı yanınca şaşırdı. Gerçekten birileri onu merak etmişti. İlk kumralın mesajlarına girdi. Konuşalım demişti. Soğuk yapmadığını, birkaç güne düzeleceğini dile getirmişti. Sorunu sonunda kabul etmişti. Hep biliyordu, yalnızca şimdiye kadar kabul etmemişti. Kızıl bildiğini biliyordu.
Cevap verecek gücü bulamadan okuldaki arkadaşlarına iyiyim mesajları attı. Uyuya kalmışım diyerek geçiştirdi. En son bir mesaj gördü. Kendi sosyal medya hesabındaydı. Bir kızdı. Konuşma üst sekmeye çıkıyor, ardından siliniyordu. Kaşlarını çattı. Kızın hesabını aklında tuttu. Bu ihtimali düşünmek istemiyordu ama aptal da değildi. Hesabı kumralda vardı. Hiç tanımadığı bu kızın yazdıklarını o siliyordu, biliyordu. Kızın hesabına bir başka hesaptan yazdı. Işıltısını kaybettiği gözlerle ekrana boş boş bakarak kim olduğunu sordu. Aldığı yanıt ellerini titretti.
Sevgilinin seni aldattığını biliyor musun?
Genç kızın parmakları titrese de sağlıklı bir şekilde ne saçmaladığını sordu. Ardı ardına ekran görüntüleri atıldı. Bu bir sohbetti. Kumral bir kişiye fazla samimi konuşup, konuyu yakınlaşmaya çekmişti. Genç kız yutkunamadı. Her kelime, her cümle içini biraz daha acıttı.
Herkesin bir geçmişi vardır, mesajların eski olduğunun farkındayım. Ne saçmalıyorsun?
Kumralın hesabı kendisinde vardı, kimseyle konuşmuş olamazdı. Sorduğu sorudan sonra yine onlarca fotoğraf geldi. Kumralın fotoğraflarıydı. Kızılla birlikte olduğu dönemde çektiği, yalnızca kızıla attığı fotoğrafları. Yalnızca kızıla atmamıştı. Ekrana bakakalmışken telefonu çaldı. Kumraldı. Boğazını temizledi. Gözyaşlarını sildi. Ağladığını bilmemeliydi.
“Alo?”
Kızılın sesi istemsizce soğuk çıkmıştı. Karşı tarafın sert seslerinden anladığı üzere kumral sinirlenmişti.
“Sen neredesin! Kimse görmemiş, duymamış.”
Genç kız sanki kumral onu görüyormuş gibi omuz silkti. Burnunu yeniden çekti ve birazcık kaymış ses tonu ile konuştu.
“Belki bütün gece, bütün ay, bütün sene kaybolmuşumdur da haberim yoktur.”
Hep kandırılmış olamazdı değil mi? İnsanlar gelir geçerdi. Ne kadar sevse de bir gün illaki herkes birbirinden vazgeçerdi. Fakat bu başından beri bir kandırmacadan ibaret olursa genç kız kendine olan güvenini yitirirdi. Bu olmamalıydı. Kendisini sevmeye, kendisine güvenmeye devam etmeliydi! Kumral duydukları üzerine daha da sinirlendi.
“Ne saçmalıyorsun?”
Genç kız oturduğu kaldırıma biraz daha sindi. Dudaklarını büzerek “Ne fark eder?” dedi. Sağlıklı bir insan gibi davranmıyordu. Belki de çocukçaydı. Şımarmış bir çocuk gibiydi. Bilemezdi. Tek bildiği üzülmüştü. Belki de üzmüştü. Biraz da üşümüştü. Titrediğinin farkında bile değildi. Gördüğü görüntüler içine oturmuştu. İçinde, kalbinde, beyninde fırtına öncesi sessizlik vardı.
“Neredesin gülüm? Yanına geleceğim, iyi değilsin.”
Kumral daha ılımlı konuştu. Genç kızda bu hareketler hiçbir etki yaratmadı. Gözlerinin önünde isminin Mihriban olduğunu gördüğü kızın söyledikleri gitmiyordu. Etrafına bakındı. Nerede olduğunu biliyordu. Artık kumralı görmek istediğinden emin değildi. Biraz uyumalıydı. Kafası dağılmalıydı. Öyle konuşulmalıydı. Pişman olacağı bir şey yapmaktan korkuyordu. Tek bildiği bir şey vardı:
Kendine bile uzaktaydı ve onu düştüğü bu yerden kimse kaldırmıyordu.
“Müsait değilim.”
Bu sırada kaderin cilvesi midir bilinmez kızılın yanından bir arkadaş grubu geçti. Eğleniyorlardı. Telefonda büyük bir sessizlik oldu. Sonra kumralı onu kıskanmış olacak ki sesini yükselterek “Sen kimlerlesin, yanındaki o çocuklar kim!” dedi. Genç kız kıkırdadı. Aklına gelen tek şey telefondaki tanımadığı kızın attığı ekran görüntüsündeki terbiyesiz konuşmalardı. O bunları yapmışken bir de utanmadan birkaç sese mi sinirleniyordu! Aptal yerine konuluyordu, bundan nefret ediyordu.
“Belki birisini buldum. Onu öptüm, sevdim. Belki de beni ihmal eden senden bahsettim. Ne fark eder?”
Kızıl normalde asla bunu yapmazdı. Kıskançlık, boş kıskançlık kesinlikle güven kırardı. O, kumralının hiç güveni kırılmasın istemişti. Kendininki paramparça olmuşken onunkini düşünemezdi!
“Sabrımı zorluyorsun, bana konum at!”
Telefon kapandı. Kız başını dizlerine gömdü ve sıktığı kendisini serbest bıraktı. İçli içli ağlamaya başladı. Nasıl hiçbir şey yokken onu aldatabilmişti! Bunu nasıl yapmıştı! Aldattığı kesin değildi, yine de arkasından çevrilen işler vardı. Yalanlar, en önemlisi üçüncü şahıslar. Kızıl yakınındaki bir otobüs durağına gitti. Canının yanacağını biliyordu. Eve kolay geçebilmeliydi. Telefonunu çıkardı ve konumunu attı. Gözyaşlarını sildi. Çantasından çıkardığı aynada kendine çeki düzen verdi. Çenesi hala içli içli titriyordu. Durdurmak için farklı şeyler düşünmeye çalıştı. Her bir anısı, düşüncesi kumrala çıkıyordu. En başta hata yapmıştı. Kimseye bu kadar teslim olmamalıydı. Her anını paylaşmalıydı. Şimdi unutabiliyorsan unut diye kızdı kendisine.
Toparlandıktan sonra kumral geldi. Kızıl oturduğu kaldırımdan kalktı. Boyu kendisinden bir hayli uzun olan kumralın suratına baktı. Usulca gülümsedi. Kırgın bir gülümsemeydi. Gözleri doldu ama ağlamadı. “Neden yağmurun altında durdun, ıslanmışsın.” Kumralın ses tonu öğrendiklerinden sonra düşünceli gelmemeye başlamıştı. Seni kandırmanın minik bir yolu diyordu kızılın iç sesi. Genç kız bir karmaşanın içindeyken kumral oldukça sakindi. Genç kıza doğru bir adım attı. Kızılın aklındaki görüntüler kumraldan bir adım uzaklaşmasını sağladı.
Kumral normalde buna çok tepki verirdi. Benden kaçıyor musun, korkuyor musun der alınırdı. Şimdi bunların hiçbirini yapmadı. Sırt çantasını açtı. Bordo bir kazak çıkarıp kızıla uzattı. “Seni tanıyorum. Yağmurdan kaçmazsın, üşümeni istemezdim. Ayrıca biliyordum buraya geleceğini.” Genç kızın kafası daha çok karıştı. Bir anda olsa aldatıldığı ihtimalini unuttu. Kumral kazağı kızılın kafasından geçirirken genç kız bir an eskiye döndü ve gülümsedi. Buruk gülümsemesiyle kazağı giydikten sonra kumrala doğru uzandı.
Yanağından öpmek istedi.
Son öpücük.
Veda öpücüğü.
Bu sefer geri çekilen kişi kumraldı. Genç kızın masum son öpücüğünü ona çok görmüştü. “Artık evine git, saat geç oldu. Üşümüşsün.” Konuşmamıştı. Bir şeyleri çözmemişti. İlgi verip, kafa karıştırıp, uzaklaşıyordu. Kumralın sözleri garip bir şekilde soğuktu. Sanki eli, yüzü, bakışları… Hepsi değişiyordu. Bir hafta önce ailesi olduğunu söylediği bu adam nasıl bir yabancı gibi gelebilirdi? Kızıl birkaç dakikalığına sevdiği adamı görüyor, ardından tanıyamıyordu.
“Gitmeyeceğim.”
Kızıl kırılgan ses tonunu artık saklayamıyordu. Kumral başını sağ tarafa yatırdı. Hemen sonrasında güldü. Gülümsemesi alaycıydı. “Yine mi trip yiyorum?” Genç kız her kırgınlığın trip olmadığını haykırmak istiyordu. Manipüle ediliyordu, farkındaydı. Artık kırıldığını söyleyemiyordu. Her hissini içinde büyütüp, ilişkimize zarar vermesin diye dile getiren kızıldan eser kalmamıştı. Kızıl elini kumrala doğru uzattı.
“Telefonunu verir misin?”
Kumralın kaşları çatıldı. Eli cebine gitti fakat telefonunu çıkarmadı. Yüzündeki gülümseme gerginleşti. “Ne alaka şu an?” Bu sefer genç kız güldü. Gülümsemesine inat gözleri doluydu. “Saklayacak bir şeyimiz mi oldu şu bir haftada? Telefonunun bende kalmışlığı bile var, sorun ne sevgilim?”
Kızıl kumralın üzerine gitti. Kumral bunun psikolojik bir hamle olduğunu, sevgilim kelimesinin tamamen kinaye olduğunu genç kızın dolan gözlerinden anlamış olmalıydı. Kumral cebinden telefonu çıkarttı ve “Sakın ağlama.” dedi. Genç kız telefonu açmaya bile kalmadan kilit ekranında birlikte olan fotoğraflarının kaldırıldığını gördü. Bir derdi vardır diye düşündüğü bir hafta sanırım hiç kimse olmuştu. Derin nefes aldı, gözlerinden yaş ekrana döküldü. Galerisine girdi kumralın. Ne kadar aşağı kaydırırsa kaydırsın yüzlerce olan birlikte çektikleri resimlerden bir tane bile bulamadı. Telefonu kumralın eline bıraktı. Kendini durduramadı, hıçkırarak ağlamaya başlarken arkasını dönüp yürümeye başladı.
Bu kadarını beklemiyordu naçizane ruhu.
Kaçıyordu.
Başka bir kadının olup olmamasına bile bakamıyordu. Kendisi yoktu. Hiç olmamış gibiyken başka bir kadının var olup olmadığını sorgulayamazdı. Koşar adım uzaklaşırken kumral peşinden geldi. Genç kızı durdurdu. Artık daha işlek bir caddedelerdi. Herkes onları seyrediyordu. Durak zaten kalabalıktı. “Abartma! Her şeye ağlama, yeniden koyarız sus!” Gözleri dolduğu için saatlerce sarılıp özür dileyen adamdan, sildiği her şeyi yeniden koyduğunda düzeleceğini sanan adama dönüşmüştü… Benim sevdiğim adam bu değildi diye düşündü genç kız.
“Ne fark eder ya! Bu saatten sonra ne fark eder!”
Kızıl bir sabah uyanmıştı. Kumralı yoktu, saatlerce aranmıştı. Bulurum diye kapısına kadar gelmişti fakat hala bulamıyordu. Karşısındaki kişinin kim olduğunu bilmiyordu.
“Sen hiç koymadın, ben sana laf ediyor muyum? Zaten her şeyi ben yapayım değil mi? Özür dileyim, peşinden koşayım, trip yiyeyim! Benim kendi hayatım kalmadı!”
Genç kızın kalbi paramparça oldu. Kâbus olmalıydı. Uyanmaktan başka şansı yoktu. Bu olanları nasıl unuturdu bilmiyordu. Bugünden sonra onu istese de affedemezdi! Kendisine bir saygısı vardı, onu affetmesi için kendisine kuracağı tüm tesellileri öldürüyordu kumral. Telefonunun ekranına onu en başta koyamamıştı genç kız. Ailesiydi sorun. O günlerde kumral bunun bir sorun olmadığını, neden koyamadığını söylemesine bile gerek olmadığını söylemişti. Şimdi üste çıkmaya çalışıyordu. Her şeyi onun yaptığı yoktu. Onun hayatı kalmamıştı öyle mi? Bundan aylar önce birbirimizin hayatı olalım diyen kumraldan başkası değildi.
İnsanlar değişirdi. Bu en canlı kanlı örneğiydi. Bir sabah uyanırdın ve hiç kimse bıraktığın yerde kalmazdı.
“Sadece yakınlaşalım diye mi seviyormuş gibi yaptın? Hiç mi sevmedin?”
Kızıl tanımadığı o insanla kumralın cinsellik içeren konuşmalarını hatırladı. Kendisi ile bunu yapamıyordu. Kızıl buna elinden geldiğince izin vermiyor, eğen başlarsa kaçıyordu. Yine de hepsi o küçük yakınlaşmaları için olamazdı değil mi? Suratına baktı. Bari sadece seni gerçekten seviyorum demesini bekledi ama kumral bunu yapmadı. Hayır demedi. İtiraz etmedi. “Bugün çok saçmaladın.” Kızıl sonunda uyandı. Bu bir kabustu ve yeni uyanmıştı. Kumral hayallerindeki en güzel unsurken, bir hafta da genç kızın korkulu rüyası olmuştu. Genç kız başını salladı. Bulanık görüyordu. Arkasını döndü, yine gitmek istedi. Biraz uzaklaştı. Çok değil on beş adım kadardı. Durakta durdu, eve gitmek istiyordu.
Yalanlarla dolmuş bedeni oradan oraya savruluyordu. O an birisi beline sarıldı. Boynunda bir öpücük hissetti. Kumral sandı. Arkasını döndü. İlk okuldan arkadaşı olan, kumralla ilk görüşmelerinde olan kız arkadaşını gördü. Bu sefer hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Arkadaşı onu görmüş, sürpriz yapmış olmalıydı. Kızılın arkadaşının yüzündeki gülümseme soldu.
Genç kız, kumralın ardından derin bir nefes aldı. Arkadaşının yanında olmasına derdini birinin görmesine rağmen içindeki acı ve hüzün dinmek bilmiyordu. Gözyaşlarını silerek bir kez daha düşündü; kumralın nasıl bu kadar değiştiğini, her şeyin nasıl bu noktaya geldiğini anlayamıyordu. Bir zamanlar ona güvenmiş, sevmişti. Ama şimdi tüm bunların sadece bir yanılsama olduğunu görmek, kalbini daha da acıtıyordu.
Genç kızın bu haline şaşıran arkadaşı, kızılın koluna girerek, “Hadi, buradan gidelim. Biraz yürüyüş yapalım, hava alırız,” dedi. Kızıl arkadaşının teklifini başını iki yana sallayarak reddetti. Kumralın yanına dönmek, olanları anlamak isliyordu. Kızılın zihni karmaşık düşüncelerle doluydu.
Kızılın arkadaşı ne oluyor dercesine suratına bakıp konuştu ama genç kız onu duymuyordu. Gözleri bulanmış, bakışları boşluğa dalmıştı. Elinin tersiyle hızla gözyaşlarını sildi, ıslak izler yüzünde belli belirsiz bir iz bırakarak silindi.
Her şeye rağmen kumralın gelmesini, sevgi göstermesini beklerken bir başkasının yanına gelmesi tamamen hayal kırıklığıydı. Kalbinde bir burukluk hissetti, hayalleri birer birer dağılıyordu. Beklentileri boşa çıkmış, umutları kırılmıştı.
Onun özür dileme ihtimali can yakmıştı. Özür dilememişti. Özür dilemeyi düşünmemişti bile. Kızıl arkadaşının sorularını bir kenara bırakırken hızla etrafa baktı. Kumralı bıraktığı yerde telefonuna bakarken gördü. Umursanmamak canını daha çok yakarken hızla yanına gitti. Kumralın uyuduğu, aylarını geçirdiği omuzlarına sert bir yumruk attı. Kumral geriye doğru biraz sendeledi.
“Sana ne oldu böyle! Kimler değiştirdi seni? Hep mi böyleydin, ben mi kördüm!” Kumral, genç kızın suratına baktı. Bomboş bir bakıştı. Dudaklarının kenarı kıvrılmıştı. Genç kız elinin tersi ile gözyaşlarını sildi. “Sana ne demiştim hatırlıyor musun? İstiyorsam sana âşık olayım, aşkımdan öleyim. Yine de bana yaptığın en küçük saygısızlıkta giderim demiştim!” Kumral derin bir nefes aldı ve şöyle söyledi:
“Bazı şeyleri çok büyütüyorsun, abartıyorsun. Yaptığın başka hiçbir şey yok.”
Bu sefer genç kız gülümsedi. “Bir daha asla ağladığım halimi göremeyeceksin. Bir daha asla bu suratımı görmeyeceksin. Seni öyle unuturum ki, varlığını sorgularsın!” Kumralın yüzü düşer gibi oldu. Gülmesi kızılın sinirlerini bozuyordu. Gülüşüne âşık olduğu adamın mutsuz olmasını istemesinden nefret ediyordu. Aldatma konusunu bilerek açmıyordu. Söylemeyecekti. Bu haldeyken söylemeyecekti!
“Son kararın bu mu? Sormadan, dinlemeden, kendi kafanda kurarak diyeceğin şeyler bunlar mı?”
Genç kız bir anlığına düşündü. Gerçekten sormadı, yanında olmadı mı diye kendini sorguladı. Manipüle etmesine izin vermedi. Gözyaşlarına bugünlük izin verdi. İstese de durulmuyordu. Koşulsuz şartsız güvenmenin aptallık olduğunun farkına vardı. Yarın ağlamayacaktı, bu sondu. Hayatındaki insanlar ona iyi gelmeliydi, kendisini aşağı çekecek insanlara ihtiyacı yoktu. Yine de zor olacağının farkındaydı. Her gününü birlikte geçirdiği birisinden uzaklaşmak kolay olmazdı.
Kızıldan cevap gelmediğinde kumral “Unutmak kolay, bensizliğe de alışırsın.” Dedi. Arkasını döndü ve gitti. Kızıl gitme demedi. Gitme diyemedi. Haklıydı. Çok haklıydı. Nefret etmek istemiyordu. Her şey yalan olamazdı. Hastalandığında, güldüğünde, üzüldüğünde, her durumunda yanında olan adamdan nefret edemezdi. İlk hali hep aklında güzel kalacaktı. İlk hali yalan olamazdı.
Genç kız kendi evine geçmek yerine liseden arkadaşının yanına, onun evine gitti. Birlikte içtiler. Bu sefer zil zurna sarhoş oldu. Yeniden yediği kazıklara kahkahalar attı. Dalgaya vurarak yarasını kapatmaya çalıştı. Ne zaman sızdı bilmiyordu fakat sabah kalktığında telefonunu eline almamış olmayı diledi. Kumrala onlarca mesaj atmıştı fakat hepsi herkesten sil yapılmıştı. Ne yazdığını bilmiyordu. Karşılık gelmemişti.
Attığım mesajları ciddiye almamış olsun diye tanrıya lütufta bulundu. Hayvan gibi içmişti ve kendini tutamamıştı. İçmemesi lazımdı. Saat geç olmuştu. Staja gidememişti. Arkadaşı da öyle. Birlikte kovulacağız diye düşündü kızıl.
Ellerini sıkıntıyla saçlarından geçirdi. Olanların birazını bile düşünmek gözlerini yaşartıyordu. Güzelim giden hayatını, hayatlarını kumral mahvetmişti. Kızıl kendi suçu olduğunu düşünmüyordu. Artık kimseden, hiçbir amaçtan bir beklentisi kalmamıştı. Beklentisi olsaydı bile bu saatten sonra fark eder miydi?
Saçlarındaki ellerini çekti. Avuçlarına şişmiş gözleri ile bakılı kaldı. Saçları dökülmeye başlamıştı. Her stres anında olduğu gibi bunca yalanın ortasında da avuç avuç dökülmeye başlamıştı. Gözleri yine doldu kızılın. Ağlamaktan canı çıkacak gibiydi.
Dünleri yalandı.
Bugünü yalanmış.
Yarınları de yalan olacaktı.
Kumral güzelim yarınlarını yalan etmişti. Kızıla ise yalnızca acı bırakmıştı. Keşke yalnızca sevseydim, alışmasaydım diye düşünmeden edemedi. Mesaj bekliyordu. Görmek istiyordu. Sesini özlüyordu.
Acılarını deştiğinde hepsini kumralın yaratmadığını gördü. Kabuk tutmuş güven problemini kumral yeniden deşmişti. Yara tam iyileşti derken eskisinden de derin olmuştu. Birazı kumraldan, birazı ondan öncekilerdendi. İsimler önemli miydi? Değildi. Kişiler kim olursa olsun genç kızın yarası acıyordu. Önemli olan kızılın geçmeyecek olan ömürlük yarasıydı.
O, bu, şu. Kimin yaptığı ne fark ederdi?
Makyaj
Aşk denilen şey kızıla göre; bir seri katilin eline silah vermek ve seni öldüreceğini bile bile ona güvenmekti. Soğuk ve acımasız bir tehlikeye teslim olmaktı. Yani aptallık. Genç kız şu zamana kadar birisine güvenerek kendi ölümünü planlamamıştı. Kalbindeki derin bir boşluğun bir ilişkiyle geçeceğine inanmazdı. İnsanlara tereddütlü yaklaşırdı. Kumrala güvenmek en büyük hatası mıydı, kendi lanetini kırmak mıydı bilmiyordu. Bu belirsizlik içinde yüzerken, kalbinin atışları her geçen gün daha da hızlanıyordu. Güvenmemeyi lanet olarak görüyordu. Her daim başına dert açacak, yaşam kalitesini düşürecek bir lanet. Bu lanet, karanlık bir gölge gibi hayatının her anında peşindeydi.
Kumral ilk başta çok güvenilir gelmişti gözüne. Onun güven verici bakışları, genç kızın içine bir nebze olsun huzur serpiştirmişti. Lanetini kıracak bir şifa gibiydi. Genç kız şu an anlıyordu. Kendinden başka kimse benliğinin şifası olamazdı. Yalnızlığının derinlerinde boğulurken, herkesin aslında birer katil olduğunu fark etti.
Aşk, katilinin seni sevdiğine inandırırdı. Oysa aşkın bu aldatıcı yüzü, kalbinde derin yaralar açardı Ona karşı beklentilerin oluşmasını sağlardı. Katilin sana değer vermesi, herkesi öldüren onun sana zarar vermeye kıyamaması gibi… Ama aşık insanların unuttuğu bir şey vardı. Seri katil duygusuz ve ruhsuzdu. Katilin boş gözlerinde, genç kızın umudu tükenmişti. Katil kimseyi sevmez ve değer vermezdi. Onun kızılı ve sevgisini hissedeceği bir kalbi yoktu. Yalnızca sevdiğini sanırdı. Sanmakla kalıp, yalanların içinde can verirdi.
Sonra bir şey olurdu, bum!
Bir anda her şey altüst olurdu. Sevdiğin adam seni düşünmeden vururdu ama ölmezdin. Tam kalbinden, duygularından vurulurdun. Duyguların, hislerin yavaş yavaş ölürdü. Yavaş yavaş diyorum çünkü bu acı çektirmek için planlanmış bir şeydi. Bu plan, zalimce ve acımasızdı. Katil ve onun gibi binlercesinin planladığı bir şey… Günden güne kalbin ölür, hislerin körelir ve aşka inanan tarafın intihar ederdi.
Genç kız geçirdiği birkaç günde gözlerindeki pırıltıyı kaybedip, hak ettim mi davasına düşmüştü. Her sabah aynaya baktığında, gözlerindeki ışıltının yavaş yavaş solduğunu görüyordu. Her kurbanın ölümünde bir sebep olmazdı. Kimse bunu hak etmezdi. Bazı katiller zevk almak için öldürürdü, bilmiyordu. Bu zalim gerçek, genç kızın içini kemiriyordu. Kızıl bunu öğrenecekti, kendisi de bir katil olduğunda.
Zaman geçtiğinde onlar gibi olacaktı. O kadar canı yanacaktı ki, kalbi katılaşacak ve ruhu nasır tutacaktı. Kendinden başkasını düşünmez olacaktı. Duygusal acılarla taşlaşmış bir kalp, başkalarını sevmekten aciz kılınırdı. Kızılı seven illaki çıkacaktı, sevgileri genç kızın umurunda olmayacaktı. Katil olduğunda anlayacaktı her şeyi. Katil olmanın acımasız dersini öğrenmiş olacaktı. İşte o zaman katiller kazanacak, aşka inananlardan birisi daha kaybedecekti.
Hayatın bu acımasız döngüsü, her defasında aynı sonucu doğururdu. Hep öyle olurdu. Aynılarını kendisi yaşamış olmasına rağmen canı yandığı için bir daha hiçbir şey hissetmeyecekti. Kalbinin derinliklerinde yankılanan boşluk, sevgiyi hissedemeyecek kadar derin olacaktı. Eline verilen silah ile ona âşık olacak adamı düşünmeden vuracaktı.
Aralarına birisi daha katılacaktı. Katiller kazanacaktı. Duygusuz, ruhsuzlar… Bu duygusuzlar ordusu, giderek büyüyecekti. Katillerin sayısı çoğalırken Aşk’a inanan insanların sayısı teker teker azalacaktı. Her geçen gün, aşkın sıcaklığı yerini soğuk bir cesede bırakacaktı. Kimse kendinden başka birisine güvenmemeyi acı tecrübeler ile öğrenecekti. Bu sonunda bir kısır döngüye girecekti. Acı dolu bir döngü, insanlığı ele geçirecekti.
Ta ki herkes bir katile dönüşene kadar…
Genç kız katil olmak istemiyordu. Katil olmanın karanlık yüzünden korkuyordu. Kumralın katil olduğuna inanmak da istemiyordu. Onun eskiden gözlerinde var olan sıcaklık, genç kızın inancını korumasına yardımcı oluyordu. Onu unutmak istemiyordu. Unutmalıydı. Canı tekrar yanmasın diye belki de katil olmalıydı. Kendi kalbini korumak için katil olmanın acımasızlığına teslim olmalıydı.
İyi insanlar kazanmıyordu. Kumrala kötü davrandığı zamanlar üzülmemişti, peşinden koşulmuştu. Kumralın aklında iyi kalmayı başarmış, doğum gününde sevgili olmuşlardı. Bu garip ilişki dinamiği, genç kızın zihnini karıştırıyordu. Kimseye gereğinden fazla değer verilmemesini öğrendi genç kız. Değer vermek, kalbine kazınmış bir yara gibiydi. Kumral kendisine çok iyi gelmiş olabilirdi, ona yaşamı tattırabilirdi. Yine de birisine vazgeçilmez olduğunu hissettirirsen, ilk senden vazgeçerdi.
Biraz zor, acılı olmuştu ama farkındaydı. Her şeyin farkındaydı. Ona atıp sonrasında sildiği mesajlara bir tepki gelmemişti. Kendi evine gelip staj yerinden izin almıştı. Evde yalnızdı. Yalnızlığın soğuk sessizliği, genç kızın üzerine bir karabasan gibi çöküyordu. Kumral onu hiç aramayıp, yazmamıştı. Bu sessizlik, kalbinde derin bir yara açmıştı. Kızıl eve geçer geçmez uyudu. Uyku, acısını hafifletmenin tek yoluydu. Rüyalarıyla uyanmaları birbirine karışmıştı. Rüyalarında bile kumralın sıcaklığı ve soğukluğu arasında gidip geliyordu. Çok uğraşmıştı olanları, kumralı unutmak için… Elinden uyumaktan başka bir şey gelmedi.
Ağlayarak karşısında seni unutacağım diyerek verdiği sözünü tutmaya çalıştı. Gözyaşları, kalbindeki acıyı hafifletmeye yetmiyordu. Her sıçrayarak uyanmasında eskiler aklına geldi. Her uyanışında, geçmişin izleri zihninde yeniden canlanıyordu. Eski ilgileri, her dakika birbirlerine destek olmaları, birbirlerine gülümsemeleri… Öpüşleri, sevişleri. Bu anılar, genç kızın kalbine saplanmış birer ok gibi acı veriyordu. Hiçbir şey aklından çıkmadı genç kızın.
Uyandıkça hatırladı, hatırladıkça ağladı, ağladıkça kendine kızıp yeniden uykuya daldı.
Hepsinin tek amacı duygularını köreltmekti. Halletmesi lazımdı. Kendisinden başka kimsesi olmadığının farkına varması gerekiyordu. Son bir öpücüğü kızıla çok görmüştü. Bu öpücük, onun için bir veda gibi olacaktı. Biliyordum buraya geleceğini demişti. Kızılın gideceği yerleri, dönüp dolaşıp ona döneceğini biliyordu. Her duygusunu, hareketini, verdiği kararlarını ezberlemişti kumral genç kızın. Kumral, genç kızın ruhunun her kıvrımını tanıyordu. Bu karşılıklıydı. Hiç sevmemiş olamazdı. İnsanlar sevmediği kişilerin huylarını ezberlemezdi!
Kısa uykuların sonunda gözyaşları ile kanepede ağır bir uykuya yattı. Gözkapakları, yorgunluktan ağırlaşmıştı. Uyandığında ertesi gün olmuştu. Sabahın körüydü. Güneş henüz doğmamıştı, ortalık karanlık ve sessizdi. Kalktı. Aynaya bakamadı, gözlerindeki sızıyı aynada görmek istemedi. Kızılın gözleri şişmiş ve kızarmıştı, yüzünde acının izleri vardı. Açlıktan ölecekti. İki gündür beslenmiyordu, evde de yalnızdı. Midesi guruldayarak açlığını haykırıyordu. Kimse yemek yapıp getirmiyordu. Yalnızlığın soğukluğunu iliklerine kadar hissediyordu.
Kumralın ona olan ilgisi ve şefkati zihninde yankılanıyordu. O olsaydı, bu halde olduğumu bilseydi bana yemek getirirdi diye düşünmeden edemedi.
“Aptal! Aptal, seni bu hale o soktu.”
Kendi kendine bağırdı. Kelimeleri, odanın boşluğunda yankılandı. Karnına kramplar giriyordu. Açlığın verdiği acı, dayanılmaz bir hale gelmişti. Hareket edemiyordu. Elini yüzünü yıkadı. Saat çok erkendi. Mutfağa doğru yöneldiğinde, midesindeki kramplar daha da şiddetlendi. Bir şarkı açtı. Müzik, mutfaktaki sessizliği dolduruyordu. Malzemeleri masanın üzerine ayarlayıp sandalyeye oturdu. Ayakta duramıyordu. Yorgunluktan bitkin düşmüştü. Oturarak yapması makuldü.
Önce yumurtaları kırdı, şekeri olması gerekenden daha fazla koydu. Kumralı öyle seviyordu. Şekerin tatlılığı, geçmişin tatlı anılarını hatırlatıyordu. Kalan malzemelerini ekledi. Sonunda bordo gıda boyası da ekledi kekine. Kumralın en sevdiği tatlı bu değildi fakat kızıl ona geçen aylarda yaptığında çok sevdiğini söylemişti. Kumralın yüzündeki gülümsemeyi hatırladı. Bu hatıra kızılın yüzündeki buruk gülümsemeyi soldurdu.
Keki pişirdi, kesti. Krema yapıp sürdü ve meyvelerini ekledi. Pastası bittiğinde bir süreliğine kötü anıları düşünmediğini fark etti. Pastanın yapımı, zihnindeki acıyı hafifletmişti. Bu uğraş iyi gelmişti. Tamamen kumralı unutması mümkün değildi, her düşüncesi o olmuştu. Kumralın anıları, zihninde bir hayalet gibi dolaşıyordu. Hiç değilse kötü anılardan uzaklaşmıştı. Burnunu çekti. Bir çatal aldı, masaya yeniden oturdu. Masada otururken, geçmişin ağırlığı omuzlarına çöktü.
Telefonunun galerisinde eskilere gidip bu pastanın aynısını ona yaptığı tarihi buldu. Birlikte yedikleri görseli açtı. Telefonu karşısına sabitledi. Eski anıların görüntüleri, gözlerinin önünde canlandı. Masada pasta duruyordu ve ikisi banka oturmuştu. Şu an olduğu gibi o zaman da sabahın çok erken saatleriydi. Sessizliğin içinde, birlikte geçirdikleri zamanın yankıları vardı.
Genç kız, kumrala pasta yapmıştı fakat gecesinde buluşmaları iptal olmuştu. Genç kızın babası ile bir yere gitmesi gerekiyordu ve babasını reddedemezdi. O gece kumrala üzüldüğünü, pastanın çok güzel olduğunu, yemesi gerektiğini söylediğini hatırlıyordu. Ertesi gün, sabahın yedisinde telefonu çalmıştı. Kızılı uyandırıp pastası ile aşağı inmesini söylemişti. Bu çağrı, kızılın içindeki çocuğa nefes olmuştu. Genç kız o kadar mutlu olmuştu ki! Kışın ortasında, kimse uyanmamışken, bir parkta titreye titreye pasta yemişlerdi. Soğuk havaya rağmen, içlerini ısıtan bir anıydı. Aç karnına tatlı yedikleri için kumralın midesi bulanmıştı. Kızıl gayet iyiydi çünkü kumral onun için simit getirip ilk onu yemesini sağlamıştı. Kumralın düşünceli hareketi, genç kızı her zamanki gibi ona biraz daha bağlamıştı.
Görselde masada duran pasta, üzerlerindeki montlar, yüzlerindeki gülümsemeler ile pastayı yiyorlardı. Mutluluk dolu bu an, şimdi sadece bir hatıradan ibaretti.
Saat yine yediydi. Aynı pasta yine vardı. Tarih tekerrür etmiyordu. Genç kızın suratında yine gülümseme vardı fakat bu sefer buruktu. Anılar ve acı gerçekler, iç içe geçmişti. Ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırıp gülümsemişti. Gözleri parlamıyordu, yalnızca yaşlar akıyordu. Bu sefer kızıl bir başınaydı. Yalnızlığın çaresiz yanı kalbini sarıyordu.
Kendi ruhu bile burada yoktu. Titreyen eli ile çatalını alıp pastayı dilimlemeden tam ortasına batırdı. Onu yerken için için ağladı. Gözyaşları, pastanın tadını acılaştırıyordu. Yaşlar yanaklarından akarak dudaklarına indi. Pastanın hepsini fotoğraflarına bakarak yedi. Anılar, her lokmada daha da canlanıyordu. Kızıl zaten açtı. Sabahın yedisinde pasta midesini bozdu.
Kalktı, bir çay demledi. Hareketleri o kadar yavaştı ki sanki zamanın akışını durdurmaya çalışıyordu. Vakit geçsin ve yaşanılanları unutayım diye düşündüğü için her şeyi ağırdan alıyordu. Çayın buharı yüzüne vururken, gözyaşları sessizce akıyordu. Çayını da ağlaya ağlaya içti. Her yudumda boğazında bir düğüm hissetti.
Birlikte izleyecekleri filmlerden birisini açtı. Film, odayı dolduran tek ses kaynağıydı. Duygusal bir sahne olmamasına rağmen hepsini mutsuz gözlerle izledi. Ekrandaki neşeli sahneler bile ona acı veriyordu. Zaman bir türlü geçmedi, öğlen bile olmamıştı. Sinirlendi. Zamanın yavaşlığı, içindeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Yorgundu. Her tarafı ağrıyordu. Vücudu, ruhunun çektiği acının izlerini taşıyordu. *
Kalktı ve tüm evi temizledi. Her köşeyi özenle temizlerken, zihnini de temizlemeye çalışıyordu. Süpürdü, sildi. Bunları yaparken daha çok yoruldu. Her hareketi, bedenine bir yük gibi geliyordu. Her tarafına kramp giriyordu. Bulanık görüyordu. Gözleri, yorgunluktan ve ağlamaktan net görmemeye başlamıştı. Başına ağrı saplanıyordu. Yine de evi pırıl pırıl yaptı. Temizlik, ona kısa bir süreliğine de olsa bir amaç vermişti. En sonunda odasındaki boy aynasının karşısına geçti. Yere bağdaş kurup suratına baktı. Yansımasındaki kişi, ona yabancı geliyordu. Kendisini tanıyamadı. İki günde çökmüş gibiydi. Gözlerindeki ışıltı sönmüştü.
Telefonunu aldı. Perişan olması gereken kişi o değildi! Kumral da üzülüyordu değil mi? Kumralın da aynı acıyı paylaşıp paylaşmadığını düşünmekten kendini alıkoyamadı.
“Tüm bu ilişkiyi tek başına yaşamamış olayım, lütfen.”
Telefonunu uçak modundan çıkardı. Dış dünyadan gelen sesleri yeniden duymak zor geliyordu. Arkadaşlarının mesajını okumadı bile çünkü kumral ona günaydın mesajı atmıştı. Mesaj, kalbinde bir anlık heyecan uyandırdı. Beklemiyordu. Heyecanlanmayı bekledi ama mecali hiçbir şeye kalmamıştı. Yalnızca şaşırdı. Yanıt vermeden önce kumralın hesabına girdi. Şifresini değiştirmediğini gördü. Bu da bir umut ışığı gibiydi. Sosyal medyadaki birlikte olan fotoğraflarını da silmemişti. Fotoğraflar, hala bir yerlerde bir şeylerin doğru olduğunu hatırlatıyordu. Derin bir nefes aldı. Korkarak sohbet kutusuna girdi. Kumralın hesabındaydı.
Üstte bir kız göründü. Genç kızın kaşları çatıldı. Kaşları çatıldığında, içinde bir öfke dalgası yükseldi. Mesajların üzerine tıkladı. Önceki mesajlar silinmişti. Kızın yeni attığı tek mesaj vardı:
Geçen konuştuğun ben değil, arkadaşımdı. Bu hesapta iki kişi var.
Bu lanet kızlar da kimdi! Bir başkasıyla konuşmuş, üstüne bunun aynı kişiler olmadığını mı öğrenmişti? Bu saçmalık da neyin nesiydi? Genç kızın gururu incindi. Kalbi, bu yeni bilgiyle daha da ağırlaştı. Nasıl hiçbirinden haberdar olmamıştı?
Sıkılmıştı kendisinden. Kendi zayıflığından ve çaresizliğinden nefret ediyordu.
Neden onca kötü şey görmesine rağmen kumral aklında kötü kalmıyordu! Zihni, kumralı her zaman temiz ve masum bir şekilde hatırlıyordu. Nasıl zihninde hala tertemizdi? Bu haksızlıktı. Kendisine yaptığı haksızlıktı. “Aptal mısın sen? Aptalsın, aptalsın, aptalsın!” Kendi kendine bağırdı, sesi odanın içinde yankılandı.
Telefonunu bırakıp ellerini saçlarına attı. Başındaki ağrıyı hafifletmek istiyormuşçasına saçlarını çekti. Ağrı, acısının fiziksel bir yansımasıydı. Hani değişmeyecek tek şey kendisine olan saygısıydı? Neden kendisine saygısı kalmamış gibi hissediyordu? Kendine olan inancını kaybediyordu. Aldatılmayı hak etmemişti. Yalan söylenmesini gerektirecek hiçbir şey yapmamıştı. Sevmeyecekse, kızılın kalbini görmeyecekse başta neden istemişti kendisini? Neden doğum gününde ortaya çıkıp hayat kurmak istemişti! Neden beni unutmayacaksan birlikte olalım deyip, kendisi unutmuştu! Genç kızı o kadar görmezden gelmişti ki, genç kızın kendisi bile kendisini unutmuştu. Kendi varlığına olan inancını bile kaybetmişti.
Kendisine olan saygısını, duruşunu unutmuştu. Ne olursa olsun, ne kadar acı çekerse çeksin bunu ona göstermemeliydi. Gözyaşlarını içine akıtmalıydı. Karşısında ağlamamalıydı. Nefret dolu bile olsa konuşmamalıydı. Sessizce acısını içine gömmeliydi. Acı çekmesi normaldi. Alışmış, güvenmişti. Fakat bunu karşı tarafa göstermemeliydi.
“Neyim var böyle! Neden kurtulamıyorum senden? Neden zihnimdesin, neden gitmiyorsun?”
Saçlarının birazının parmaklarında kaldığını fark etti. Güçsüzleşmişlerdi. Saçları bile yaşadığı stresi yansıtıyordu. Genç kız gibi onlar da dağılmıştı. Kızıl derin bir nefes aldı. Telefonunu yeniden eline aldı. Ellerinin titrediğini hissetti. Kumralın hesabına girip birlikte oldukları fotoğrafları ağlayarak sildi. Her fotoğrafı silerken, geçmişi bir parça daha geride bırakıyordu.
“Sen beni bir hiç olarak görüyorsan, ben de hayatından yok olurum.”
Bu kararı vermek zordu ama kendisi için en iyisi olduğunu biliyordu. Giden kendisi olacaktı. Bu sorumluluğu kendisi alacaktı. Kendisine olan saygısını korumak için bu adımı atması gerektiğine inanıyordu. Duraktaki halleri aklına geldiğinde, düştüğü bu halden utanıyordu. Kimse için kendisini yok sayamazdı. Onurunu ve gururunu korumak için bu adımı atmalıydı.
Yeniden derin bir nefes aldı. İçindeki cesareti ve soğukkanlılığı topladı. Dayanamayarak kalktı ve ağrı kesici içti. Ağrıları hem fiziksel hem de duygusaldı. Genç kız sonrasında ortak olan her şeyi kumralın hesabından sildi. Her şeyi silmek belki de geçmişi geride bırakmanın bir yoluydu. Profil fotoğraflarını kaldırdı. Birlikte konuştukları mesajlarını sildi. Okumazdı belki de bunu bilemezdi fakat genç kıza dair hiçbir şey bulamasın istedi.
Sonrasında kendi hesabına geçti genç kız. Kendi hesabında da aynı işlemleri yaptı. Düştükleri bu hali düşünerek sessiz sessiz ağladı. Kıskanılan bir çiftken, bir haftada bu hale gelmişlerdi. Bir haftadır böyle değillerdi belki de. Yalnızca genç kız yeni farkına varmıştı. Gerçekleri görmek bazen zaman alırdı. Hesabının şifresini değiştirdi. Ona ayrılık mesajı bile atmayacaktı. Kendisi fark etsin istiyordu. Kumralı takipten çıktı ve telefonu kapattı.
Bu ilişkilerinin sonuydu.
Evin içinde volta attı. Düşüncelerini dağıtmak için odadan odaya dolaştı. Yeniden uyumaya çalıştı. O kadar aciz bir haldeydi ki uyuyunca geçecek sanıyordu. Telefonunu eline almaması gerekiyordu. Pişman olmamak için bu karara sadık kalmalıydı. Kendi gidişini kumral sağlamıştı. O bir ilişkiyi bitiremeyecek kadar korkaktı! Genç kızı süründürmüş, tüm kararları ona bırakmıştı. Kızılın omuzlarına gün geçtikçe daha fazla yük biniyordu. Bu yük, onu ezmişti. Tepki vermezse kendisine olan saygısını yitiriyordu. Tepki verirse tüm suçlu kendisi oluyor, ihtimalleri artıyordu. Bu ikilem, onu çileden çıkarıyordu.
Kızıl, bir gün karşılaşırlarsa kumralın diyeceği şeyi biliyordu.
“Kendi kafanda kurdun. Gittin. Kalsaydın hallederdik.”
Bu, yalandı. Hiçbir şeyi hallettikleri yoktu. Her şey kızıla yükleyerek kaçıyordu. Korkaktı. Gerçeklerle yüzleşmekten kaçınıyordu. Kızılın canını ihtimaller yaksın istiyordu. Bu düşünceler kızılı deliye döndürüyordu. Ayrılmasaydım ne olurdu? Bekleseydim, kızmasaydım, dinleseydim, iyi yaklaşsaydım, aldatıldım mı diye sorsaydım… Bu sorular zihnini kemiriyordu. Hepsi birer ihtimaldi. İhtimallerin ve sorumlulukların altında eziliyordu. Kızıl, korkak insanların sevilmeyeceğini anlamıştı. Hiçbir şey tek taraflı yürümüyordu. Sorumluluk almayan insanlardan nefret ediyordu. Bu deneyim, ona önemli bir ders vermişti.
Erkekler gerçekten geç olgunlaşırmış. Bu klişe, şimdi ona gerçek gibi geliyordu. O kadar olgunlaşmamış kişilerle muhatap olmuştu ki, artık tereddütlerle doluydu. Güvensizlik, kalbini sarmıştı. Kızıl vakit geçsin, unutayım diye evde ne varsa yedi. Yemek, geçici bir kaçıştı. Bulduğu her şeyi içti. Alkol ve içecekler, acısını hafifletmek için bir yoldu. Midesi bir süre sonra almadı ama yine devam etti. Kendini durduramıyordu.
Bazen ağladı, bazen kendisine bağırdı. Ruh sağlığı kesinlikle iyi değildi, ne yapacağını o kadar bilmiyordu ki kafayı yemişti. Kumraldan uzakta günler geçmiyordu. Onun yokluğu, zamanın durmasına neden oluyordu. Dakikaları saatler gibi geliyordu. Acı, zamanın yavaşlatıyordu. Onun yanında, eskiden öyle miydi? Değildi. Eskiden zaman hızlı akardı.
En sonunda evin içerisinde deli gibi dolaşmaktan yoruldu. Yorgunluk, bedenini ele geçirdi. Mutfakta yere çöktü. Gücü kalmamıştı. Kafasını duvara vurarak ihtimallerini susturmayı denedi. Acı, zihnindeki düşünceleri susturmak için bir yöntem olmuştu. Susmadılar. Düşünceler, inatla zihninde dönüp duruyordu. Bir süre sonra yoruldu. Yere yığılmış, kafası duvarda yaslı bir şekilde mutfağa bakılı kaldı. Mutfağın her yerinde şişeler vardı. Düzensizlik, içindeki kaosu yansıtıyordu. Bazıları soğuk kahve, su, alkol, meyve suyu. Her şeyden bir parça vardı. Gerçekten zaman geçsin diye ne varsa yapmıştı ve midesi çok bulanıyordu. Bu sefer ayrılığa değil, midesine ağladı. Orada biraz sızdı, farkında bile olmadı.
En sonunda güçlükle ayağa kalktı. Sarsak adımlarla odasına gitti. Adımları, bedeninin yorgunluğunu yansıtıyordu. Makyaj masasına oturdu. Ayna, ona gerçeği gösterecekti. Aynasını alıp sabitledi. Kendisiyle yüzleşmek için hazırdı. Derin bir nefes aldı. İçindeki acıyı hafifletmeye çalıştı. Zoraki bir gülümseme yüzünde belirdi. İşe yaramadı, çenesi daha çok titremeye başladı. Duygularını kontrol edemiyordu. Saçlarını açtı. Usulca taradı. Her fırça darbesi, biraz daha acı veriyordu. Birkaç gündür dağınık topuz şeklindeydi, açmakta güçlük çekti. Saçları, düğümlenmişti. Canı yandıkça daha çok ağladı. Acı, gözyaşlarını artırıyordu.
Bir bandaj takıp saçlarını yüzünden çekti. Yüzünü açığa çıkardı. Kızıl yüzünü nemlendirdi. Kendine bakmak, bir şekilde rahatlatıcıydı. Kızarmış göz kapağını, çökmüş gözaltını, solmuş suratını düzeltse yeterdi. Kendine biraz olsun bakmak, moralini düzeltebilirdi. Fazlasına gerek yoktu. Sadece biraz toparlanması gerekiyordu. Biraz olsun güzel hissetmek istiyordu.
Fondöteni sünger yardımı ile yüzüne yedirdi. Gözyaşlarını peçeteyle sildikçe daha çok akıyor, sürdüğü yerlerdeki fondöteni ıslatıyordu. Genç kız sinirlendi ama bırakmadı. Azimli olacaktı, dağılmayacaktı. Hiç değilse kendini kandıracaktı. Göz altlarına kapatıcı sürdükçe ıslandı, ıslandıkça teni kapatıcıyı emmedi ve çok kötü durdu. Eskisinden de kötü görünüyordu artık. Son kez silip yeniden denedi, yine olmadı. Silmekten burnu ve gözaltları daha çok tahriş olmuştu. Gözlerini açmakta zorluk çekiyordu.
Hayal kurmanın bile dayanılmaz bir acı getirdiği o anlarda aynadaki buruk tebessümüyle kendisine daha fazla katlanamadı. Elindeki kapatıcıyı duvara fırlattı. Kapatıcı duvarda parçalandı. Karşısında “Sen bu kadarsın, sana saygı duymayan birisine ağlayıp kendini harap edecek kadar aptalsın!” diye bağıran aynaya daha fazla katlanamadı. Yüzüne oturmamış, iğrenç görünen, çirkinliğini hissettiren makyajdan tiksinmişti. Karşısındaki aynayı alarak masasının altında bulunan çöpe attı.
Karnı yeniden guruldadı. Midesi kesinlikle bozulmuştu. Durmadan yemişti, biraz da kilo almıştı sanırım. Sırtına eklenen yüklerden mi, yediği yemeklerden mi bilmiyordu fakat ağır hissediyordu. Genç kız süslenip, toparlanıp yeniden hayata dönme fikirleri suya düştüğü için artık daha mutsuzdu. Yatağına uzandı. Akşam olmuştu. Tüm günü ağlayarak geçirdiğine inanmıyordu.
Telefonunu eline aldı. Telefonunu açtığı an kumraldan mesaj bekledi. Eskisi gibi endişelenmesini, nasıl olduğunu sormasını, sevgi sözcüklerini bekledi ama hiçbiri olmadı. Mesajlara bakmadan usulca sosyal medya hesabına girdi. Kumralın profil fotoğrafına yeni resim koyduğunu görünce gözyaşları içinde kahkaha attı. Uğruna ağladığı çocuk, dakikasında unutmuştu. Üstten iki bildirim daha düşmüştü telefonuna.
Kumral birlikte oynadıkları oyunlardan arkadaşlıktan çıkarmıştı kızılı. Kızıl daha çok gülmeye başladı. Üzülsün, açıklama yapsın, yanlış anlaşıldığını söylesin diye beklerken adam onu oyundan bile çıkmıştı! Oyun aklına nasıl gelmişti? İç sesi kırgın ses tonu ile konuştu. “Ayrılmanızı bekliyordu, ayrılmanızı istedi. O istedi ve sen gittin. Bunu kendisi istedi, üzülmedi.” Genç kız bu şoku atlamadan kırkıncı cevapsız çağrı olarak düşmesin diye lisedeki arkadaşının telefonunu açtı.
“Efendim.” dedi çıkmayan ses tonu ile. Kız arkadaşı direkt konuya girdi. “Sabah her şeyinizi kaldırmıştın, aradım açmadın. Benim sahte hesabım vardı, farklı tanımadığım bir kızın üzerine açmıştım. Ona yazdım cevap verecek mi diye. Vereceği cevaba göre sana tavsiye verecektim. Ne kadar değer verdiğini biliyorum, evde de yalnız ağlayamazsın. Buluşalım.” Genç kız şaşırmadı. En yakın arkadaşı o her daim kızılı düşünürdü.
“Cevap vermemiştir.”
Karşı tarafta bir sessizlik oluştu. Kızıl hıçkırdı. Gözyaşları yeniden şiddetlenirken “Vermedi değil mi? Hemen kendi hayatına bakamaz.” diyebildi. Arkadaşı biraz sessiz kaldı, düşündü. Sonrasında ise şunları söyleyerek genç kızı ihaneti ile yalnız bıraktı. “Hesabı veriyorum. Okursun. Diyeceğim tek şey o rezil insan için ağladığına değmez.” Kızılın kendisi ile kalması gerektiğinin farkındaydı. Kızıl ona tepki vermedi, telefon kapandı.
Sonunda genç kız korkarak arkadaşının verdiği hesaba girdi. Kumralın takipçileri dikkatini çekti. Yüzlerce artmıştı, kesinlikle bu anı bekliyordu. Sohbete girdi. Nasılsın, iyi misin fasıllarını geçerek en dikkat çekici yere baktı.
Arkadaşı bir başka isim kullanarak oluşturduğu hesaptan kumrala “Sevgilin var mı?” diye sormuştu. Kumral saniyesinde “Hayır.” demişti. Genç kızın canı yandı. Yoktu. Kendisi ayrılmıştı. Belki aldatılmıştı bilmiyordu fakat kesinlikle ihmal edilmişti. Kızıla bile bu kadar eken cevap vermiyordu. Kızılın arkadaşı “En son ne zaman oldu?” dediğinde göreceği cevaptan korktu kızıl. Gözlerini kapattı, birkaç dakika bekledi. Nefesi hızlanırken okudu.
“Biraz oldu ama sevmiyordum zaten. Her şeye trip atıyordu, gına gelmişti.”
Genç kızın kalbi sıkıştı. Eli kalbine gitti, bu ihaneti beklemiyordu. Başına giren sızlamaların haddi hesabı yoktu. Ayrılmışlardı fakat bıraksaydı da birbirlerinin aklında güzel kalsalardı! Hiç sevmediğini nasıl söylerdi. Her gün genç kızın yanında olmuştu, her gün onu sevmişti. Kumral mı profesyonel yalancıydı, genç kız mı aptaldı?
Yutkunamadı. Gözlerinde yaş kalmadı. Göz kapakları sızladı. Kumralın yüzünü düşündü, onun ifadesi ve bakışları hâlâ zihninde canlandı. Sonra birden, her detayı gözlerinin önünde beliriverdi: Kumralın dudakları, yumuşak saçları ve kahve gözleri. Aklına geldikçe kalbi acıyordu.
“İstersen buluşup tanıyalım birbirimizi.”
Kumral hiç tanımadığı bir kızla buluşmak istemişti. Sonra konum atmıştı. Kendi evinin konumunu…
Genç kız kaldıramadı. Bu kadar çapkın olduğuna inanamıyordu. Öyle değildi! Tanıdığı kadarıyla öyle olmaması gerekiyordu. Telefonu kapatmadan önce bir şarkı açtı. Parmakları titriyordu. Ayağa kalktı. Birlikte doğum gününde çektirip bastırdıkları ilk fotoğrafı eline aldı ve yeniden bulduğu bir yere oturdu. Fotoğrafın kenarları yıpranmıştı, ama hâlâ o günkü gibi masum bir gülümseme taşıyordu. Kumralın hafifçe yanık teni ve kumral saçları yüzündeki ışıltıyı yakalamıştı.
“Sen yalan olamazsın, sevdin beni.”
Gözyaşları çenesinden fotoğrafa damladı. Fotoğraf ıslandı. Fotoğrafta birbirlerine bakıp gülmüşlerdi. Artık imkansızdı. Artık gülebileceğine dair inancı kalmamıştı. Bundan sonra her şeye acaba yalan mıydı diye yaklaşacaktı. Bunu genç kıza yapamazdı! Bu travmayı ona bırakamazdı. Nasıl hiç sevmedim zaten diyebilirdi! Kalpsiz, korkak! Resimdeki kumralın gülen yüzünü baş parmağı ile okşadı.
“Affet beni sevgilim.”
Sesi çıkmıyordu ama gerçek kumralı onu duyuyordu.
“Kendimi son halinden koruyamadım affet ne olur! Bu halimi görsen çok üzülürdün, özür dilerim affet.”
Gözlerini artık açamıyordu ama fotoğraf hala gözlerinin önündeydi. Zihni fotoğrafı anılarla birlikte ona sunuyordu. Kumralı unutmak istiyordu. Son, acımasız halinin aklında asla kalmamasını sağlayacaktı fakat gerçek kumralı nasıl unuturdu?
“Unutamadım ilk halini, gözüm bana yaptıklarını görmüyor.”
Kinci bir insan olmalıydı belki de. Zihni sanki kendisine meydan okuyor gibi yalnızca iyi anıları aklına getiriyordu! Son hali ile aklında kalması lazımdı, ilk hali yalandı. Kendisi bir Pollyanna’ydı. Aptaldı, başına ne gelirse hak ediyordu! Ağlamaması lazımdı, özlememesi, sevmemesi lazımdı!
Gözerini açamadı, elinde fotoğrafla oturduğu yerde uyuya kalmak üzereydi. Değişen şarkılar zihninin en ücra köşelerinde dolaşıyordu. Hiç hali yoktu yeni bir güne uyanmaya. Her sabah kumralın varlığını arayacak, her akşam bulamayacaktı. Sevgisi zarar vermezdi ama alışkanlıkları kızılı paramparça ediyordu.
Sevemezdi kumralının olmadığı günleri. Nasıl alışacaktı bu ızdıraba?










