Aldattım Kendimi Kukla
Bir varmış bir yokmuş diye başlardı masallar. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… İnsanlar masallara nasıl katlanıyor anlamıyordum. Onlardan korkmuyorlar mıydı? Anneleri, babaları, sevdiği her hangi birisi ya da canavarları masalları anlatmaya başlarken kendilerini kötü hissetmiyorlar mıydı? Masalı nasıl sonla bitireceğine anlatan kişi karar verirdi. İyi gibi gösterip son cümlesinde her şeyi mahvedebilirdi. Çok fazla masal dinlemek isteniyorsa eğer, kendi kendine anlatılmalıydı masallar.
Tıpkı benim yaptığım gibi.
“Ya da” dedi kafamda ki bir ses. “bu yalnızca anlatacak kimsen olmadığı için kendini avutmalarından yalızca birisi.”
“Bir varmış,” dediğimde karşımdaki gözlerime bakan simsiyah gözlere baktım. Göz bebekleri yoktu. Gözakı da simsiyahtı. Bakışları sert, bir o kadar alaycıydı. “bir yokmuş,” Gözlerimin önünde aniden yok olmasına baktım bu seferde boş gözlerle. Benimle oynuyor muydu? Kendi kendime masal anlattığım için acıyor muydu yoksa? Bana ait olan, sonunu iyi bitireceğim masala devam edecekken beni susturarak kendisi devam etti. “Evvel zaman içinde, bir avuç aptal arasında yaşamaya çalışan bir kız varmış.” Hikâyeme ortak olduğu için kaşlarımı çattım. Yine yapacaktı! Ben cesaretimi topladığımda, umutla hikâyeme devam edecekken benimle eğlenecekti. Hikâyemi mahvetmesine izin veremezdim. Hızla araya girdim. “Her şeye rağmen ayakta kalmayı başaran bir kız.”
“Kukla.” dedi kıkırdayarak.
“Güçlü.” dedim karşı çıkarak.
“Kuklam.” dedi bu sefer sahiplenerek.
Bacaklarımı biraz daha kendime çekerek yaslandığım duvara biraz daha sindim. Omuzlarım her bir sözü ile düşüyordu. Ona karşı gelemeyeceğimi biliyordum. Bu çabalarım onu yalnızca eğlendiriyordu. Onun soytarısından başka birisi değildim. Bu hayatta başka vasfım yoktu, olmuyordu.
“Nefret ediyor.” dedim ve gözlerimi kapattım. Bu hayattan, yaşamdan nefret ettiğimi benden her dakika duymalıydı. Yüzümde nefesini hissetmem saniyeleri bile almazken gözlerimi daha sıkı kapattım. Bir ölünün ki kadar soğuk olan elleri çenemi buldu. “Kimden?” dedi. Kafamı duvara vurmayı önemsemeden sertçe geri çektim. “Canavar’dan.” dedim sesimi yükselterek. Parmakları boynuma dolanırken duvara çarpan kafamdaki hafif sızı hissediliyordu.
“Sahibinden nefret eden bir Fare.”
Gülümsedim. Onunla tartışmama izin veriyordu. “Boğularak ölmek isteyen bir Fare.” Boynumdaki parmaklarına ithafen konuştuğumda daha çok gülümsedim. Artık dişlerim görünüyordu. Onu sinirlendirmeme izin veriyordu. Onu kışkırtmama müsaade ediyordu. Sinirlenip beni öldürebilirdi, sonunda.
“Asla ölmeyeceksin. Yüzündeki gülümsemeyi sil. Gözyaşlarını görmek istiyorum. Bir tek benim yanımda ağlayabiliyorsun zaten.” dedi masalın son cümlesini söyler gibi. Kapalı olan gözlerimi isteksizce araladım. Onu görmeyi sevmiyordum. Sahip olduğu bir eşyaymışım gibi davranmasından nefret ediyordum. “Başka isteğin?” dedim yüzüne tükürerek.
“Acı çekmeni istiyorum.”
Yeterince acı çektiğimi söylersem bu ızdırap bitecek miydi?
Daha çok güldüm, henüz gülebiliyorken. Boynumdaki parmaklarını çekti kıkırdamamın ardından. Usulca eğildiği yerden kalktı. Bu sırada elimi cebime soktum. Elime değen metal ile gülümsedim. Cebime ona fark ettirmeden sıkıştırdığım uzun ve sivri törpüyü kapüşonlu hırkamın cebinde döndürdüm. “Ortak bir isteğimizin olması ne hoş. Acı çekerek öleceğim.” Sözlerimi söylemeyi bitirdiğim an törpüyü hızla karnıma sokmak için ittim. Hızlı davranırsam defalarca sokabilir, engel olmasına izin vermeden iç organlarıma zarar vererek bir ihtimal ölebilirdim.
O an karşımdaki Şeytan yok oldu.
Ellerim aniden durdu.
Yüzümdeki gülümseme ışık hızında soldu.
Gözlerim dolarken yaşlar sıralanarak yanaklarıma düştü.
“Kukla.”
Kafamın içerisinde yankılanan Canavar’ın sesi ile gözlerimi kapatmak istedim. İzin vermedi. Kendimi yaralamamı da hareketlerimi ele geçirerek engelledi. Dilediği gibi ağlamamı sağladı. Zihnimde olmasından nefret ediyordum. Başıma şiddetli bir acı girerken inledim. Ellerimi saçlarıma atmak istedim. Bu hareketimi engellemedi ve dilediğim gibi saçlarımı parmaklarıma doladım. Kafamdan çıkması için tüm gardımı indirdim.
“Yalvarıyorum beni azat et, sana yal-” diyemeden sözlerimi de kesti.
Konuşamıyordum. Gülemiyordum. Hareket edemiyordum.
“Kukla.”
Ellerim usulca hareket ederek yıpranmış koyu kumral saçlarımı rahat bıraktı. Önce tekrar cebime girdi, ardından geri çıktı. Parmaklarımın arasındaki törpü ile dalga geçercesine tırnaklarımı törpülememi sağladı. Dudaklarımı araladı ve bu sefer de bana söyletti. “Aciz bir kuklayım.” Kafamdan çıkması için her şeyimi ortaya koyabilirdim. Çıkması gerekiyordu. Beni yönetmesinden nefret ediyordum. Beni yönettiğinde umutlar intihar ediyordu. “Her şeye karşı çıkabilirsin ama kafanın içindekine değil!” diyordu acı gerçekler.
Gözyaşlarım çoğalırken kafamın içerisine ustalıkla yerleşip o kararlı ve soğuk sesi ile tekrarladı. Sesi zihnimde ardı ardına tekrarlandı.
“Benim güzel Efsun’um. Acıların beni hayatta tutuyor ve senin acıların hiçbir zaman bitmiyor.”
“Gözlerini kapatsan da, ölümden kaçamazsın.”
Bir insanın kendi benliğini bilememesi hayatı boyunca yaşayacağı en acınası durum olabilirdi. Kafanın içinde, zihninde dolaşan; anılarına, geçmişine, geleceğine sızan bir Şeytan ile yaşamak mümkün müydü? Henüz ölmediysem, sanırım mümkündü. Bazen düşünüyordum. Acaba her hangi bir bireyin de bir Şeytan’ı, Canavar’ı var mı diye? Dünyada ki tüm kötülükleri, cinayetleri, istismarları kısacası tüm suçları canavarlar istiyor olabilirdi. Bireyler umutsuzca itiraz ediyor, durdurmaya çalışıyor fakat canavar onları ele geçirerek bunları yapmaya zorluyor olabilirdi.
Ya da kendimi kandırıyordum. İnsanlar kötüydü işte. Sadece kötü. Amacı olmayan bir kötülük…
İnsanların bir canavarı yoktu. Onlar benim aksime canavarın ta kendileriydi. Kalpleri canavardı. Zihinlerinde yaşayacak yeni bir şeytana gerek yoktu. Peki ya benim günahım neydi? Neden kuklaydım? Bunları hak edecek ne yapmıştım? Dünya’da yalnız olmak istemiyordum. Canavar bu yaşadıklarımı anlatmama engel oluyordu. Başkalarının da canavarları varsa, bakışarak anlaşabilmeliydik. Gözlerimiz ile yardım etmeliydik birbirimize. Şeytanlar bir tek bakışlarımızı değiştiremezdi. Bizim olarak kalan son parçamız ile anlaşmalıydık. Kimse bakışlarımı anlamamıştı. Anlamış gibi yapan çoktu ama hiç birisi benim içten içe kan ağladığımı görmemişti. Bu durum ilk başladığında umutsuzca çırpınmıştım. Hiç kimse görmemişti yakarışlarımı…
Yine de bir umut beni anlayacak birilerinin olmasını diliyordum. Canavar o kişinin yanında beni terk etmeliydi. Beni birisi anladığı için delice çırpınmalıydı. Ya da onu benden başkaları da görmeliydi. Ancak foyası böyle suya düşerdi. Bu düşümü duyduğunu, bunu ne kadar çok istediğimi bildiğini biliyordum. Benimle oynadığı oyunlar aklıma geldiğinde yeniden kalbimi avuçları arasında sıkarak paramparça ettiğini hissettim. Yeniden yandı canım. Acı çekmem onu yaşatıyordu. Benim acılarım onu hayatta tutuyordu. O ise hep, bir şekilde acı çekmemi sağlıyordu. Ona inat mutlu olmaya çabalıyordum. Çabalayamadığım anlar ise ölmek istiyordum. Yalnızca canımı yakabiliyordum ama ne yazık ki ölmüyordum.
Ölüm aracılığıyla ondan kurtulacakken, yalnızca acı çekip ömrüne ömür katıyordum.
“Günaydın küçük Fare.”
Gözlerim ansızın açıldı. Gözlerimin açılmasıyla birlikte alarm da çaldı. Alarmdan saniyeler öncesinde beni uyandırırdı, hep. Üzerime eğilerek birkaç karış önümde olan şeytanın gözlerine baktım. Elimi sağa doğru uzatarak alarmı kapattım. Kulaklarımın uğuldamasıyla gözlerimi geri kapatsam da suratı gözümün önünden gitmedi. Esmer teni, sivri yüz hatlarıyla karanlık dünyamda bile benim peşimde olduğunu hatırlatmak istiyordu. O ölümcül gülümsemesini bana sunduğunda, gözlerim kapalıyken bile pürüzsüz yanağında oluşan derin gamzesine bakakalabiliyordum.
Ağzından onaylamaz mırıltılar çıkarken “Gözlerini kapatsan da, ölümden kaçamazsın. Öğren, ders çıkar, uslu bir kız ol.” dedi bir öğretmen edasıyla. Gözlerimi kapatsam da, diyar diyar gezsem de ondan kaçamazdım. O ölümdü. Ancak dilediğinde ölebilirdim. Ben hayatta olduğum sürece o da yaşayacaktı. Kendini öldürmek istemediği sürece, ikimiz de hayattaydık. Bunu bilmemi, hiç unutmamamı ve bunun bilincinde davranmamı istiyordu. Tamamen kendimi ona bırakmamı istiyordu.
Hayatımda onun yüzünden var olan insanların verdiği acıları, ancak ona teslim olursam sileceğini söylüyordu. Ona inanmıyordum. Şeytan kurnazdı ve size istediğini yaptırmak için kelimeleri süsleyerek zaafınıza oynayabilirdi.
Gözlerimi araladım, istifini bozmamıştı. “Çekil üzerimden.” Yatakta oturur bir vaziyete geçmem ile birlikte eş zamanlı o da doğruldu. Üzerinde siyah kumaş pantolon, siyah boğazlı kazak ve siyah kaşe vardı. Her zamanki haliydi. Kıyafetleri hep aynı tarzda olurdu. Göz kapayıp açana kadar kapının arkasında kalan köşeye gitti. İki kolunu da göğsünde bağlayıp keskin simsiyah gözleri ile beni izlemeye başladı. Tüm hayatım boyunca izleniyormuş hissine sahiptim. Çünkü bu aptal beni her saniye izliyordu. Her bir anım onun ellerinde, gözlerinde, düşlerindeydi…
Ayaklarımı yataktan atıp doğruldum. Sarsak adımlarla dolabıma doğru ilerledim. Artık rutinleşmiş hareketlerle üzerimdeki pijamalardan kurtuldum. Bakışları tenime işlenirken yutkundum. O benim bir parçamdı. Ondan kaçamazdım, utanamazdım. Böyle bir hakkım yoktu. Benim hayatım iki kişilikti. Üzerimdekileri çıkarttıktan sonra dolabın kapağındaki aynadan kendime baktım. Koyu kahverengi saçlarım darmadağınıktı. Uyumadan önce yaptığım topuz dağılarak saçma sapan bir hal almıştı. Bal rengine kayan, kahverengi gözlerim bayıktı. Her an kapanmaya müsait görünüyordu. Çoğu zaman yemek yemezdim. Canavar beni yaşatmak için herhangi bir yerde, harçlıklarımı harcayarak bir şeyler yedirirdi. Hayatımda benim yaptığım, hissettiğim pek bir şey yoktu. Onun istediklerini yapmakla yükümlüydüm. Bu yüzden düşünmeden hareket ederdim. Çoğu şeyi kafama takmazdım. O hallederdi sonuçta, yaşamak istiyorsa.
Yalnızca bir öğün zorla yediğim yemeklerden ötürü incecik kalmış belime, güçsüz duran kol ve bacak bileklerimde gezdirdim kahverenginin en açık tonu olan gözlerimi. Sağ kolumun içinde kendimi bildim bileli olan morluklara can sıkıntısıyla baktım. Sol elimi morlukların üzerine götürdüğümde her zamanki gibi sızladığını fark ettim. Ben ve sebepsiz oluşan asla geçmeyecek acılarım şaşırtmıyordu. İlaçlar sürmeme rağmen her sabah morluklar yenileniyordu.
“Sence,” diye fısıldadım. Onunla konuşma girişimine girdiğim için hemen önümde belirdi. Elini sağ kolumu ovalayan elime atarak nazikçe tuttu. Yutkunarak devam ettim. “Bu morluklar neden var? Bir hastalığa sahip olabilir miyim?” Kaşları çatıldı. Bir şeyleri, özellikle hayatımızın gidişatını ve geçmişi sorgulamamdan nefret ederdi. Yine de şansımı denemiştim işte. Elim boşluğa düşerken çatık kaşlı şeytan yok oldu. Zihnimdeki varlığını hemen hissettim. Zihnime eziyet ediyordu. Benim düşüncelerim ve hala benim olduğunu düşündüğüm kalbim onun hükümdarlığında işkenceye maruz kalıyordu.
Usulca parmaklarım dolabı açtı. Yüzüme her şeyden memnun, pozitif bir kızın gülümsemesi yerleşti. En sevdiği renk olan kırmızı renginde beni Ankara’nın soğuğundan koruyabilecek örgü bir kazak aldı.
Aldım.
Almamı sağladı.
Yarı çıplak bedenime önce okul formasını geçirip üzerine kazağı giymemi sağladı. Bol paça bir kot pantolon da giydikten sonra anlamsızca makyaj yapmamı sağladı. Beni her sabah okula hazırlayıp, akşamında dağılmamı sağlamak sanırım hoşuna gidiyordu. Göğsümü geçen saçlarımı yukarıdan sıkı bir atkuyruğu yaparken bir yandan şarkı mırıldanıyordum. Adımlarım önce sırt çantamın olduğu yere gitti. Sırt çantamı aldıktan sonra odadan çıktım. Şu an kafamdan çıkması için her şeyimi ortaya koyabilirdim. Henüz beni kızdıracak bir hareket yapmamı sağlamamış olsa da içimdeki varlığı rahatsız ediciydi. Bir rüyada gibi hissediyordum. Üçünü bir şahıs olarak kendimi izliyor gibiydim.
Usulca mutfağa geçtiğimde aniden içimde oluşan boşluk hissiyle sarsıldım. Hemen yanımda beliren, bir metre yetmiş iki santim boyuma rağmen sadece omuzlarının hizasında olduğum bedeni görmem ile rahat bir nefes almıştım.
Onu görüp konuşmak mı daha kötüydü yoksa hissetmek ve itaat etmek mi kestiremiyordum.
Karşımdaki yemek masasında kahvaltı yapan ikiliye baktım. Kendi gözlerim, benim bakışlarım ile. Simsiyah saçlarını yukarıdan dağınık bir şekilde topuz yapıp, pijamaları ile oturan teyzeme değdi boş gözlerim.
“Gülümse, yoksa harçlık alamayacağız.”
Şeytanımın konuşması ile ona hak vererek yüzüme bir tebessüm ekledim. Bakışlarımı da olabildiğince sevecen tuttum. “Afiyet olsun.” Teyzem Selvi ve kuzenim Sudem’in bakışları yüzümü buldu. Sudem yüzünü buruştururken teyzem gülümsedi. “Gel birlikte yiyelim kızım-” demesine kalmadan Sudem göz devirerek annesinin sözlerini kesti. “Anne!” Teyzem gözlerini büyüterek Sudem’e bakarken canavar “Seni sevmiyor diye bir ara gerçekten Sudem’i sevecektim ama hiç sevilecek tarafı yok ya.” dedi. Bakışlarım yanımdaki varlığa kayarken istemsizce “Sağ ol ya ne kadar iyisin.” diye mırıldandım. Teyzem ile Sudem’in sessiz konuşmaları aniden kesildiğinde gözlerimi kapatarak bıkkınca onlara döndüm.
Yanımdaki Şeytan’ı kimse göremiyordu. Bu yüzden yanımdaki bedenle bilerek daha çok konuşur, varlığını belli etmeye çalışırdım. Birileri onun farkına varsın ve bana yardım etsin diye… Canavar’ın tepkisinden istemsizce korkarak bana şaşkınca bakan Sudem’e baktım. Her şeyi biliyor gibi davranıyordu. Beni, içimdeki bu Canavar’ı biliyor gibi. Bir yandan da bu bakışlarının sadece bana karşı olan, sebebini asla öğrenemeyeceğim o nefreti yüzünden olduğunu biliyordum. Kısacası bildiği hiçbir şey yoktu. Ama şimdi bir an olsun belki yanımda ki boşlukla konuştuğum için bir şeylerin farkına varmış olabilirdi. Belki. Hem benimle dalga geçebileceği yeni bir konusu olurdu.
Efsun delirmiş!
Efsun Demir yalnızlıktan artık kendi kendisiyle konuşuyor!
“Bir şey mi dedin hayatım?”
Canavar’dan bir tepki gelmiyordu. Yanımda öylece dikiliyordu. Yüzüne bakamıyordum. Her an zihnime girip bana yalanlar söyletebilirdi zaten. İki yıl önce gözlerimi açtığımda bu evde bulmuştum kendimi. Geçmişe dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Annem ve babam hakkında bir bilgim yoktu. Tamamen yeni doğmuş gibiydim. Teyzem bu duruma çok şaşırıp beni hastaneye götürmüştü. Doktorlar hiçbir şeyimin olmadığını inatla belirtmişlerdi. Bir gece ansızın tüm hafızam silinmişti ve ben yalnızca oradan oraya savrulmuş gibiydim. Birkaç gün teyzeme ailemi sorup, üzerine bin bir soruyla onlardan bilgi almaya çalıştığımda bir gün her şeyi hatırlayacağıma olan inançlarını kaybettiklerini söylemişlerdi. Şaşkınca teyzem Selvi ve kuzenim Sudem’e baktığımda teyzem şunu söylemişti:
“Annen ve baban senin için birer ölü. Bu dünyada yoklar. Her şeyi unuttuysan tanrının bir bildiği vardır. Bu hayatının ilk günü, bizimle yaşıyorsun, lise üçe yeni geçtin. Bilmen gerekenler bu kadar.”
O günden sonra çaresizce bana gösterdikleri okula gitmiştim. Okul hayatımın diğer yıllarını hatırlamazken okulda ne yapacaktım ki? Okula gidip gelirken Canavar henüz hayatımda yoktu. Yalnızca bir hafta kendim olabilmiştim, ardından hayatıma girmişti. Ben herkesi gözlemlerken insanlar beni görmüyorlardı. Eskiden arkadaşım yok muydu diye sürekli sorgular olmuştum. Nerede olduklarını, beni sevip sevmediklerini bile bilmediğim anne babam hakkında hiçbir şey bilmemek iğrenç bir duyguydu. Bir akşam eve geldiğimde sinirlenip bana bir şeyler anlatmaları için bağırıp çağırırken teyzem ansızın bana susmam için bir tokat attı. Canavar aniden içimde belirdi. O gün hayatıma girdi. Onun hayatıma girdiğini hemen hissetmiştim. İçimde aniden beliren karamsarlık ve öfke onun getirisiydi. Benden başkasının görmediği ihtişamlı bedeni de kanıtıydı.
Bazen onun hatırlamadığım hayatım olduğunu düşünüyordum. Belki de benimle konuşacak, fikir yürütmemi sağlayacak bir dost. Onu sorgulamıştım. İçimdeki, yanımda ki varlığını… Başta sadece halüsinasyon gördüğümü sanıp “Yalnızlıktan kafayı yedin!” diye kendi kendimle hayal kırıklığı ile dalga geçmiştim. Birkaç gün sonra onu teyzeme anlatmak istemiştim. Ne de olsa tek vasimdi ve ben delirdiğimi düşünüyordum. Her şey yolundaydı. Ta ki beni kuklası yapana, istediği gibi yönetene kadar. Sözlerimi ele geçirip, usulca susmamı sağladı. Onu kimseye anlatamadım, izin vermedi. Asla da vermeyecek biliyordum.
Kısacası sadece iki yılını hatırladığım hayatı bile ben yönetmezken, bu hayata nasıl tutunabilirdim ki? Tek kurtuluşum birilerinin onu görmesini, bilmesini sağlamaktı. Onu tek başıma yok etmek mümkün değildi.
Çünkü ben oydum.
Biz birdik.
Kendi kendimi, tek başıma yok edemezdim.
“Efsun?”
Teyzemin sesi ile irkildim. Canavar’ın bedeni hala yanımdaydı. Çoktan onu yok etme arzumu fark edip beni kuklası yapması gerekiyordu. Ama o yapmıyordu. Yoksa onu yok etmeme, yardım istememe müsaide edecek miydi?
“Teyze,”
Sudem’in kaşları havaya kalktı. Artık teyzeme baksam da onu, boyalı sarı saçlarını ve yeşil gözlerini görebiliyordum.
“Bir şey demedim, size afiyet olsun. Geç kalıyorum ben.”
Teyzem ve Sudem’in şaşkın bakışlarını arkamda bırakarak hızla arkamı döndüm ve sıkı sıkıya tuttuğum çantam ile dış kapıya doğru yürüdüm. Hızla asılı olan siyah şişme montumu giyip botlarımı da ayağıma geçirdim. Kafam allak pullaktı. Kendi düşüncelerim bana isyan ediyordu. Neden onu açığa çıkarmadın diye hayıflanıyorlardı. Apartmanın dışına çıktığımda Canavar’ın varlığını yokladım.
Ne etrafımda, ne de kafamın içerisindeydi. Kulaklığımı kulağıma takıp sakin bir şarkı açtım. Kafamda ki isyanları ancak böyle susturabilirdim. Yüzüme çarpan rüzgârı umursamadan büyük adımlarla kaçarcasına okula doğru yürüdüm. Canavarın sessizliği beni korkutuyordu. Onu ifşa ettiğimi düşündüğüne emindim. Aslında hayattaki tek amacım onu ortaya çıkarmaktı fakat başarısız olduğum her an ona ihanet ettiğimi öne sürerek hayatımı daha çok mahvediyordu. Okul sonunda görüş alanıma girdiğinde vücudumdaki kaygıya rağmen az da olsa mutlu hissediyordum. Okula yürümek güzeldi. Her şeyin içine sıkışıp kalmışken bir de toplu taşıt araçlarına mahkûm olamazdım. Yüzüme vuran rüzgâr, kızaran burnumun ucu yaşadığımı hissettiriyordu.
Yürümek özgür olduğumu söylüyordu.
Güzel bir yalandı ama iyi hissettiriyordu.
Usulca kulaklığımı çıkarttım. Adımlarımı durdurdum. Bana oynanan en büyük oyunun yanına ulaşmak üzereydim. Bu ruhumun çekilmesini sağlıyordu. Şeytan’ın yokluğu iyiydi. Beni yönetemezdi. Görüş alanıma girerek sözcükleri ile beni zehirleyemezdi. Usulca okula gitmem, ardından bana zorunda kıldığı her şeyden bağlarımı koparıp tamamen uzaklaşmam gerekiyordu. Yokluğu bir fırsattı. Fakat onun yokluğu varlığından daha kötüydü. Yokluğu korkuydu. Korkuyu hissettiriyordu. Her an ne olacak, bu yokluğunun bedelinde ne yaşayacağım korkusu her şeye bedeldi. Kulaklığı avucumda toparlayıp fısıldadım.
“Canavar?”
Bekledim. Dakikalarca beklememe rağmen ses gelmedi. Aynı şekilde bedeni de yanımdaki yerini almadı. Yoksa bu yokluğu da yeni bir oyunu muydu? Bir Poyraz vakasını daha vücudum kaldıramazdı. Oyun olamazdı!
“Canavar!”
Etrafımda pek fazla kişi olmadığı için şanslıydım. Bu sefer bağırmıştım ve kimse duymamıştı. Yine bir tepki gelmediğinde yutkundum. Yapacaklarının korkusu öyle bir yerleşmişti ki bedenime, yokluğuna sevinemiyordum.
Yoksa ona alışmış mıydım?
Asla! Yok olması için her şeyimi ortaya koyabilecek birisiydim ben. Tamamen gitmesi için yapamayacağım şey yoktu. Sadece tamamen gitmediğini biliyordum. Dönüşünde canımın yanmaması için çabalıyordum. Bu sebeple gittiği yerde bana bilenmemesi, geri gelmesi adına gururumu bir kenara bırakıp gözlerimi yumdum.
“Efendim, sizi özledim.”
Gözlerim kapalı, şiddetli rüzgârla sarsılırken titrediğimi fark ettim. Sonrasında etrafıma sarılan kollar hissettim. Ansızın irkilerek gözümü açtığımda Canavar’ın göğsü ile karşılaştım. O gelmişti. İlk defa bana sarılarak gelmişti. Gözlerim büyürken istemsizce daha çok titremeye başladım. Bu sefer soğuktan değil korkudandı.
“Sende karşılık vermek ister misin? İlişkimizde geldiğimiz doruk noktası bu, keyfini çıkar.”
Ellerimi beline dolamak istedim. Ses tonu ikna ediciydi. Hep öyleydi. Sözleriyle kandırmaya çalışırdı. Başarısız olursa eğer zihnime girerek her şeyi yaptırabilirdi. Bu hikâyede yapabileceğim en iyi şey onunla iyi geçinmekti. İstediklerini yaparken kendimi kaybedersem tamamen kukla olurdum. Yapmazsam, hep karşı koyarsam ise zihnime sızarak bir şeytan gibi vesvese verirdi. Beni yönetirdi ve yine bir kukla olurdum. Kukla olmak istemeyen, buna karşı çıkan bir kukla… En iyi yol şüphesiz onunla iyi anlaşıp pazarlık etmekti. Bir ara yol bulabilmekti.
Ya da bir onun gibi bir şeytan olmaktı. Sahte ve naif sözlerle onu kandırmaktı.
“Seninle sarılırsam insanlar bir boşlukla sarıldığımı görürler. Delirdiğimi düşünürler ve seni ortaya çıkarmak isterler. Beni terk etmeni istemeyiz değil mi?”
Kolları uzaklaştı bir adım geriye çekildi. Başımı biraz kaldırarak zifiri karanlık gözlerine baktım. Küçük bir tebessüm gönderdim, kanması adına. “Bak sen, artık bizi mi düşünüyorsun?” Konuşması üzerine adımlarımı atmaya devam ettim. Yanımda benimle birlikte yürümeye başladı. “Ben senin bu dünyadaki yansıman değil miyim?” dediğimde kaşlarını çattığını, bedeninin gerildiğini hissettim.
Adımlarım yavaşladı fakat durdurmadım. Onu germiştim. Böyle olmamalıydı. Beni onun bir benzeri olarak görüp az da olsa tek başıma yaşamaya olanak sağlaması gerekiyordu. Daha öncesinde onu kışkırtmıştım. Sinirlendirmiştim. Övgüler yağdırmıştım. Tamamen istediklerini yapıyor, onu önemsiyor gibi görünmüştüm fakat hiç birinde bana kanmamıştı.
O usta bir oyuncuydu. Ben ise acemi bir çırak.
Ama bu sefer kurguladığım bir plana uygun gitmemişti işlerim. Planladığım her şey mahvoluyordu. Bu fırsat kendiliğinden gelmişti. Tanrının bana uzattığı bir yardım eli gibiydi.
Boğazımı temizleyerek devam ettim. “İkimiz buradaki herkesten daha üstünüz. Sen varlığınla beni o aptal insanlardan üstün kılıyorsun. Sen bu dünyada görünmüyor olabilirsin ama ben senin için yaşıyorum.”
Güldü. Gülüşüne tonlarca insan kanabilirdi. Kendini içine çeken bir cinstendi. “Bugün sana ne oluyor küçük Fare? Gözlerini açtığında bana âşık uyanmış gibisin. Ben senin hırçın hallerine alışkınım.” Şüphelenmişti. Birazdan hislerimin gerçek olmadığını anlayacak kafamın içine girerek beni yönetecekti.
“Yani anlarsın ya birisi tarafından emir almak, bir şeylere zorunlu kılınmak her insanın zoruna giderdi. Ama artık karşı koymak istemiyorum. Yaşamım boyunca hatırladığım tüm anlarda sen varsın, biz ikimiz hiç ayrılmadık. Açıkçası son günlerde sen gidersen ne yaparım diye çok düşünür oldum. Sensiz bir hayatı hiç yaşamadım, bilinmeyen her şey korkunçtur.”
Lütfen inansın. Lütfen, lütfen.
“Hatta” dedim ifşa olmayı umursamadan. Çok üzerine gidersem oyun olduğunu anlardı ama çaresizdim işte. “izin ver sana hislerimi kanıtlayayım.”
Okulun bahçe kapısının önünde adımlarımı durdurdum. Ona dönerek her insanın korkabileceği gözlerine baktım. Kaşları alayla havaya kalktı. “Nasıl?” Derin bir nefes aldım. Poyraz’dan kurtulmamın tek yolu buydu. Hareketlerim ele geçirildiğinde kaçamıyor, sözlerim ele geçirildiğinde nefret içeren sözcüklerimle onu kendimden uzaklaştıramıyordum. Beni kendime bırakması lazımdı. Artık kaldıracak gücüm kalmamıştı.
“Beni yönetme, sadece bugünlük. Kızacağın istemeyeceğin hiçbir şey yapmayacağım. Artık hangi anda ne isteyeceğini biliyorum. Bugün Efsun Demir değil sen olacağım. Yeter ki zihnime girme, o zaman seni göremiyorum.”
İnanmadı.
İnanmadı.
İnanmadı.
Yüzüme bomboş bir ifade ile bakarken yüz hatları sertleşmişti. Kızacağını anlayarak omuzlarımı düşürdüm ve tepki vermesine fırsat vermeden okulun bahçesine girdim. Çabalamaktan yorulmuştum. Hiçbir zaman bana kanmayacaktı. Beni terk etmeyecekti. Adımlarım sanki kovalanırcasına hızlıydı. Okula girdiğimde artık tamamen umutlarım ölmüştü. Bayık gözlerim, düşen direncim ile zar zor ayakta durabiliyordum. Kaderden kaçınılmaz diyerek sınıfa doğru adımladım. Okulumun son yılıydı.
Mart ayındaydık, okul bittiğinde Poyraz’dan tamamen kurtulacaktım. Belki canavarın aklına girer, şehir değişikliği yapalım diyebilirdim. Yine canımı yakacak bir şeyler bulurduk yabancı yerlerde. Tanımadığım insanlardan tek seferlik acılar alırdık. Ama aynı kişi üzerinde yıllardır çekilen acı, hiç olmadığı kadar yakıyordu canı.
En büyük acı kaynağı ise, bunu sevgi başlığı altında yapmasıydı.
Sınıfa girdiğimde çoğunluğun boş olduğunu gördüm. Birkaç kişi ayrı yerlere savrulmuş uyuyorlardı bu kadar. Erken gelmiştim. Ayaklarım alışkanlıkla beni cam kenarı en arka sıraya götürdü. Usulca oturduğumda Canavar da yanımda ayakta dikiliyordu. Ona bakmıyordum. Bakamıyordum.
Ardından biraz zaman geçtiğinde Poyraz sınıfa geldi. Kahve ve yeşilin harmanlanmış olduğu gözlerindeki keskin bakışları hemen gözlerimi buldu. Bazen yeşil görünüyordu gözleri. O zamanlar hiç olmadığı kadar iyiydi. Beni anlıyor, acımı görüyor gibi. Bazense Canavar’ınkini aratmayacak kadar kararıyordu gözleri. Gözleri karanlıkken kendisi de şeytanım gibi oluyordu. Bana hayatı zehir ediyordu. Bazense şimdiki gibi arafta kalıyordu göz renkleri. İyi tarafıyla kötü tarafı sürekli savaş içerisinde gibi, tonları her dakika değişiyordu.
Yeşil olmasını diledim. Büyük bir istek değildi, sadece bugünlük olsa yeterdi. Ben yeşil gözlü Poyraz’a âşık olmuştum. Karanlık gözlü Poyraz ise sonum olmuştu.
Kemikli bir yüzü vardı. Zayıf olmasına rağmen fiziği orantısız değil, biçimli duruyordu. Saçları ise ne uzun, ne de kısa sayılabilirdi. Toprak gibi saçları dağılmış, alnına düşüyordu. Okul kıyafetlerini giymemişti. Beni görür görmez hemen yanıma adımladı. Bu özellikleri çekmişti beni aylar önce kendine. Yeşil gözlerinin beni anladığını düşünmüştüm. Beni kurtarabileceğini. Tıpkı masallardaki gibi olacaktı. Yakışıklı prens gelip prensesi Canavar’dan kurtaracaktı. Ama o aylar geçtiğinde beni gözlerinin kararmış tarafıyla tanıştırdı. İçim yeniden sızlarken hatırlamak istemezcesine gözlerimi yeniden kapadım.
Bu sırada o, yanımdaki boşluğa oturdu ve alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Gözlerine baktım. Sevdiğim Poyraz değildi. Belki de hiç olmamıştı. İğrenircesine yüzümü buruşturacaktım ki aniden bir ses duydum.
“Tamam, bugünün senindir. Zihnine sızmayacağım.”
Katı ve tok sesi ile konuşan Canavar’a şaşkınlıkla döndüm. Poyraz’ın varlığıyla asılan suratıma söylenenleri algılamam ile otuz iki diş sırıtma eklendi. Ayakta duran Canavar ile dip köşede oturan benim aramdaki Poyraz’ın dudaklarının aralandığını görebiliyordum fakat onu duymak istemiyordum. Dudaklarımı oynatarak Canavar’a teşekkür ettim sınıftaki diğer insanların varlığından bihaber. Canavar da bana gülümseyip bir adım geri gitti. Ben sevinçle onun suratına bakıp yeni planımı kafamda kurmaya başlarken o sağ elini kaldırarak parmaklarını şıklattı.
O an yanağımda bir acı hissettim. Atılan sert tokatın etkisi ile başım yana düşerken Canavar ile göz temasım son buldu.
“Nefes almaya ihtiyacım var küçük kız.”
“Sen yaşa diye kendimi feda ediyorum ve edeceğim.”
Seviyorsan, âşıksan onu her zerresine kadar sevmelisin. Gülüşüne hayran olmalısın mesela. Karşılık, çıkar beklemeden en içten duygularını ona adamalısın. Öyle yaptım.
Ben Efsun Demir, Poyraz Akgül’ü iliklerime kadar sevdim. Kimseye anlatmadan, uzaktan, dokunmadan sevdim. Onu kurtarıcım olarak gördüm. Beni bu dertlerden, acılardan kurtaracak, yanında nefes aldıracak bir liman olarak… Yeşil gözleri ara sıra bana değdiğinde yanımdan bir an bile olsun ayrılmayan Canavar’a rağmen içimi titretti. Onun yeşil gözlerini gördüğüm an Canavar ortalıktan kayboluyor beni kendime bırakıyordu. Birkaç gün gelmiyordu. Geldiğinde ise başkasından medet umduğum için bana kızıyor, bağırıyordu.
Bunlar beni mutlu etmeye yetiyordu. Onun bir bakışı Canavar’ı uzaklaştırıyordu. O kesinlikle bir kurtuluşun ardından yaşayabileceğim güvenli bir ev gibiydi. Bir süre böyle ilerledi. Sadece ona aşkla bakan gözlerimle her yaptığını aklıma kazımak istercesine izledim. Günler birbirini kovalarken ona karşı duygularım, başkalarına da olsa gülüşünü gördüğünde anbean arttı. Hâlbuki benimle konuşmamıştı bile, ona neden bu kadar çekilmiştim ki? Canavar ve onu yenme isteği diye açıkladı kalbim…
Bir süre sonra Canavar artık bu duruma alışmıştı. Poyraz’a attığım her adım da, konuşma çabamda usulca beni terk ediyordu. Her seferinde gelmeyecek gibi gidiyor, sonra geri geliyordu. Ta ki ara sıra havadan sudan konuştuğum Poyraz; yanıma oturup, derin bir gülümseme sunup, gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan onunla sevgili olup olmayacağımı sorana kadar…
Canavar yok oldu.
Efsun yeniden yaşamaya başladı.
Ağladım, bu sefer mutluluktandı. Kurtulmuştum Canavar’dan. Artık kendi hayatımı yaşayabilir, Poyraz’ı korkmadan sevebilirdim. Poyraz ne ara bana ilgi duyup açılmıştı bilmiyordum. Bunu da sorgulamıyordum, olmuştu ya bu benim için yeterliydi! Canavar bir ay gelmedi. Onu hissetmedim. Hiç özlemedim. O kadar mutluydum ki, tanrıya her gün şükürler ediyordum. Poyraz ile o kadar iyi vakit geçiriyorduk ki yüzümdeki gülümseme bir an bile bozulmuyordu.
Kendi kararlarımı verebilmek o kadar kıymetliydi ki benim için, sırf bu sebeple onların değerini çok iyi bildim. Bunlar Poyraz’ın varlığıyla bana bağışlandığı için Poyraz’ı da başımın gözümün üzerinde tuttum. Her şey yolunda giderken, sonunda kurtuldum derken bir sabah beni alarm değil simsiyah karanlık gözler uyandırdı. O kadar korkmuştum ki dilim lal olmuştu. Aklıma o anlar yeniden geldiğinde gözlerimi sıkıca kapattım, tıpkı o an yaptığım gibi…
Canavar hiç konuşmadı. Beni yok ettin diye kızmadı. Zihnime girip intikam alırcasına beni yönetmedi. Sadece gülümsedi. Kalkıp titreye titreye giyinmemi, okula ondan kaçarcasına gitmemi sırıtarak izledi. Hemen okulda Poyraz’ı arayıp onu buldum. Canavar’la yeniden yaşayamazdım. Nefes almayı öğrenmişken bu lüksten vazgeçemezdim. Poyraz’ın yanına gittiğimde Canavar yine yok oldu. Derin bir nefes almıştım ki Poyraz beni kolumdan tutarak kimsenin olmadığı bir köşeye çekti. Kolum acıyordu ve daha önemlisi gözlerinde artık sevdiğim yeşil hareleri göremiyordum. Göz rengi tıpkı Canavar’ın ki gibiydi. Simsiyah… Canavar ve onun acımasızlığını hatırlatıyordu.
Hatırlatmıyor, artık hissettiriyordu.
Saçlarımdan tutup kafamı duvara vurduğunda şok olmuştum. “Ne oluyor?” diye çığlık attığımda, bilmiyordum onun son haykırışım olduğunu. “Beni” dedi gözleri dönmüş gibi “nasıl aldatırsın?” Canavar ortaya çıktı. Poyraz’ın asıldığı ve sıkıca tuttuğu saçlarıma inat, şaşkın ve kırgın bakışlarımı bir kenara atarak ona sertçe baktım. O an anladım. Poyraz kurtuluş değildi. Poyraz, Canavar’a uzun bir hayat verecek bir piyondu.
“Beni özledin mi küçük kızım?”
Sözleri kanımı dondurdu. Poyraz’ın bacak arasına attığım tekme ile saçlarım serbest kalırken koştum. Kaçmak istedim. Ama hiçbir şey istediğim gibi olmadı, hiç olmamıştı zaten. Canavar zihnimdeki tahtına oturdu. Adımlarım yeniden Poyraz’ı buldu. O kadar sert vurmuştum ki can acısı ve korkuyla… İki büklüm olmuş düzelememişti. Girdiğim şoktan saç diplerimdeki o acıyı bile unuttum.
Dizlerimin üzerine çöktüm. Poyraz’ın bana bakmasını sağladım. Ayaklarına sarılıp Canavar’ın sözlerini, bizi izlemeye başlamış okul sakinleri ve Poyraz’a sundum.
“Beni affet. Özür dilerim! Seni çok seviyorum.”
O günden sonra Poyraz’a da hiç güvenmedim. Bana iyi davranan herkes Canavar’ın bir oyunu gibi geldiği için hepsinden uzak durdum. Yeni kurtuluşlar aramayı bıraktım. Hayal kırıklığı ile yaşamayı öğrendim. Poyraz’ın her şiddet uygulayışında kaçmak istedim. Yönetildim, ayaklarım bana değil Canavar’a itaat etti. Sözlerim benim değil, Canavar’ın temsilcisi olmuştu.
Benim olması gereken her şey bir başkasını temsil ederken ben, ben olamazdım ki! Korktuğum başıma gelmişti işte. Canavar olmadan da ben onun gibi davranmaya başlamıştım. Karşımda nefes alması gerektiğini söyleyen, zifiri karanlık gözleri parlayan adama bakılı kaldım. Böyle olmamalıydı. Bu gün bana armağan edildiğine göre, kalkıp gidebilirdim. Poyraz’a haddini bildirebilirdim.
Bunların hiç birini yapmadım.
Beni dikkatlice izleyen siyah gözlere gülümsedim. Üzerimde anlamsız bir sakinlik vardı. Her şeye alışmış mıydım?
“Neden?”
Poyraz’a bakıp kısık sesle konuştuğumda alev alev yanan bakışlarına bakılı kaldım. Ellerini sinirle dağınık saçlarına daldırdı. Ardından tüm sınıfın bize bakmasını sağlayacak hareketi yaptı. Masaya sertçe elini vurdu. İrkilmek istedim ama artık bunlar benim için sıradan hareketlerdi. “Ben yanındayken bile gözün başkalarında!” Ona bakmaya devam ederken gülümsedim. Bana ilk vurduğunda da onu aldattığımı söylemişti. Şimdi de Canavar’a baktığımı fark etmiş, başkaları ile flörtleştiğimi sanmıştı.
Kaçabilirdim. Yapmadım. Canavar’ın bakışları çok dikkatliydi. Neden diye sormam bile hataydı. Aynı boktan şeylerdi. Acıyan suratımla yüzüm buruşurken “Lavaboya gitmeme izin ver, insanlar bize bakıyor.” derken buldum kendimi. Yanımdan sertçe kalktı. Kalkıp lavaboya doğru adımlarken bana bakan insanların suratlarının ortasına yumruk atmamak için kendimi zor tuttum. Sadece bakıyorlardı. Kimse engel olmuyordu.
Canavar’ın peşimden geldiğini eğlenen sesini işittiğimde fark ettim. “Canın çok yanıyor değil mi Efsun’um?” Onu tanımayan birisi bunu şefkatli bir cümle sanabilirdi. Değildi. Ona yandan bir bakış attım. Çok sinirliydim. Ben bunları hak edecek ne yaşamıştım? Bu nasıl bir lanetti böyle?
Okulun kızlar tuvaletine girdiğimde içeride ki alt sınıf öğrencilerin gözleri beni buldu. “Çıkın!” Sert sesim ile söylenseler de teker teker çıktılar. Aynaya baktığım da yüzüm tekrar buruştu. Arkamda bir dağ gibi duran Canavar ve gülümsemesi de aynaya yansıdı.
“Neden kaçmadın? Bugününü sana hediye etmiştim?”
Gerçekten şaşkın sesi ile derin bir nefes alıp sinirimi ve nefretimi unutmaya çalıştım. Bundan sonrasını da düşünmeli, oyunuma devam etmeliydim.
“Sana söylemiştim, biz biriz. Sen yaşa diye kendimi feda ediyorum ve edeceğim.” Artık zihnime girme diye devam etmek istedim, yapmadım.
Kaşları havaya kalkarken yüzünde gururlu bir ifade oluştu. Onu ilk kez böyle görmüştüm. Aynada onu izlerken biraz daha yaklaştı. Göğsü sırtıma değerken kafama bir öpücük kondurdu. Onu hiç bu denli şefkatli görmemiştim. Şefkat değil, teslimiyetini kutluyor. O kazandı, öyle sanıyor dedi mantıklı tarafım. Haklıydı, yine de mutluydum. Gerçekten inanmıştı bana. Yüzümü öpücük yüzünden buruşturmak istesem de sadece gülümsedim. Geri çekildi ve “Yalnız kalmaya ihtiyacın var.” dedi.
Yok oldu. Kendi başıma kaldım. Yüzümde benim de gururlu bir ifade oluştu. Dudağımın bir kenarı yukarı kıvrıldı. Sonunda bir şeyleri tek başıma başarıyor gibiydim. İnsanlar acımı göremiyordu, Canavar çok iyi bir oyuncuydu. Onlardan artık medet umamazdım. Bir kere medet ummuş, kazandığımı sanmıştım. Onunla birlikte, Poyraz’la… Âşık olduk. Arkadaş olduk. Bir olduk.
Oldun!
Sonuç belliydi. Kimseye güvenme, dost sanma diye tekrarladım. Yeşil gözlü Poyraz’ı özlemek istiyordum ama yapamıyordum. Yaptıklarından sonra özleyemezdim.
Beni umuda muhtaç bırakacak kişiden çok; umutlandırıp, yarı yolda bırakan kişi canımı yakıyordu.
Nerede okuduğumu hatırlamadığım bir söz uzun zamandır hafızamdan silinmiyordu.
Aynaya bak, âşık olmadan önceki sana benziyor mu?
Eskiden bu söz benim için bir anlam ifade etmezdi. Fakat şimdi… Sözdeki dediği gibi dakikalardır aynaya baktım. Aynadaki ben, âşık olmadan önceki bana benziyor muydu? Eskiden de mutlu değildim evet ama geçmişte yüzümde beş parmağın izi yoktu. Vücudumda her gün yeni bir tanesi eklenen yaralar yoktu. En önemlisi eskiden hareketlerimi, düşüncelerimi engelleyen Şeytan yoktu…
Canavar ile aramızda geçen son şeyleri düşünmemle gerildim. Onu kandırdığımı illaki anlayacaktı ve bunların bir karşılığı olacaktı. Karamsarlık vücudumu ele geçirdiğinde suyu açtım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Beni öpen Canavar’ı tanımıyordum. O hep acı çektirirdi. Bu halleri yabancıydı. İstemsizce kendimi bir oyun için değil de gerçekten kendimi ona adasam ne olur, daha iyi bir yaşam sürebilir miyim diye düşünürken buldum. Bu düşünce kanımı dondurdu.
Vazgeçemezdim.
Karşı koymalıydım, onu kandırmayı başarmışken devam etmeliydim. Ona teslim olmam için beni ikna ettiğini düşünmek korkmamı sağladı. Titreyen elimi suya doğru uzattım ve avucumu suyla doldurdum. Önce soğuk suyu yüzüme çarptım ardından yavaş yavaş yanağımı ovalayarak acısını geçirmeye çalıştım. Hiç bir şey olmamış gibi aynı hissizlikle tuvaletten çıktım ve üzerimdeki bakışları umursamamaya çalışarak sınıfa gittim. Fevri davranamazdım. Her adımımı planlamalıydım. Bu fırsat bir daha ayağıma gelmeyebilirdi. Daha ortalıktan kaybolan Poyraz ve arkadaşları gelmemişti, umarım gelmezlerdi.
En arkadaki sırama geçip oturduğumda gözlerimi kapayıp yok olmayı diledim. Neden bu hayatta çektiğim acıların karşılığı iki saniye de olsa mutlu olamıyordum? Bu acıları bir gün mutlu olmak için çekmiyorsam neden çekiyordum? Neden katlanıyordum?
Başka bir yaşam olmalıydı. Böyle acı çekmek için yaratılmış olamazdım… Kafamı duvara yasladım ve gözlerim kapalı bir şekilde bekledim. Belki sınıfa gelince beni görmez, sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi yanıma gelmezdi. Sahi ne zaman istediğim olmuştu ki şimdi bu dileğim gerçek olacaktı?
“Efsun?”
Omzuma dokunan el miydi beni bu kadar tedirgin eden? Yoksa bu ses mi? Gözlerimi araladım ve yanımdaki boşluğa oturmuş Poyraz’a baktım. Her zamanki gibi hiç bir şey olmamış gibi davranıyordu.
Konuşmadım. Tepki vermedim. Ondan ayrılmak istediğimi, onu sevmekle hata yaptığımı haykırmak istiyordum. Eğer Canavar sözünde durmazsa, bugünümü bana vermediyse sesimin çıkmayacağını, acı çekmem için yaratılmış sahibimin beni susturacağını biliyordum. Yine de bugünümü kurtarmak için yarınımı hiçe atmayacaktım. Sözcüklerimi yuttum.
Poyraz biraz daha yaklaştı ve elini yüzümdeki kızardığına emin olduğum, sızlayan yanağıma koydu. Acıttığı yerlere dokununca iyileşeceğini mi sanıyordu? Eğer öyleyse ben açardım onun için göğüs kafesimi, en çok acıttığı yere kalbime dokunsaydı. Onu gerçekten sevmiştim. Farklı olduğunu düşünmüştüm. Tepki vermedikçe yüzüme biraz baskı uyguladı. Acıdı fakat belli etmemeye çalıştım. Gözlerine boş boş bakınca kendini açıklama gereği duymuş olmalı ki konuştu.
“Ben sinirlendim. Başkalarına baktığın gerçeği beni deli ediyor, neden benimle yetinmiyorsun?”
Açıklama mıydı bu? Özür dilemiyordu bile. Ona bakmaya katlanamadığım için başımı tam zıddına çevirdim. Yüzümdeki eli boşluğa düştü. Sinirlenmesin, alınganlık olarak görünmesin diye kafamı usulca sallamayı ihmal etmedim. Ona karşı çıkmayacaktım. Yeniden acı çekmeme gerek yoktu, Canavar isteyene kadar.
“Bir daha kimseye bakma tamam mı? Katlanamıyorum.”
Sahiplenme miydi, yoksa hastalıklı bir düşünce mi diye dönüp gözlerine baktım. Koyu kahverengiydi, hastalıklıydı.
Şu an özür dileyebilirdi mesela? Ya da ne özrü! Canın acıyor mu diye sorabilirdi. Sana bunu yaptığım için pişmanım diyebilirdi. Veya da daha çok sinirlenip benden ayrılarak bu çileye son verebilirdi. Yapmadı. Poyraz olduğunu yine kanıtladı. Sadece kendini ve o kıskançlık krizlerini düşündü.
Cevap vermeden yine kafamı salladım, susmasını istiyordum. Elinin tersini yeniden yanağımda sızlayan yere koyup okşadığında hem acı hem de iğrenti ile yüzümü buruşturdum. Canavar olsaydı bunu yapmama izin vermezdi. Bir başkasının görme ihtimalini düşünürdü. Yüzümü kimse görmesin diye başımı eğdim. Elimi yanağımdaki ele koyarak uzaklaştırdım. Sinirlenmesin diye elini tutuyormuş gibi yaptım.
Poyraz sessizliğe büründüğünde başımı yerden kaldırarak önüme baktım. Bana bakan insanlar vardı ama yalnızca iki kişinin bakışları yargılamıyordu. Poyraz’ın arkadaşı Ayaz ve sınıftan bir diğer kişi Mert’in yüzümü inceleyen bakışları ile karşılaştım, görmüşlerdi! Yüzümdeki acı dolu ifadeyi hemen düzelttim ve ifadesiz bir şekilde onlara bakmaya çalıştım. Fark etmeleri bir nebze güzeldi, anlarlardı belki zorla durduğumu. Ama Canavar’a bugün karşı çıkamazdım, onun tarafında olduğunu hissettirmeliydim.
Poyraz yeniden başka erkeklere nasıl bakarsın deyip, şiddete başvurmasın diye bakışlarımı sınıftan çekip kendisine yönelttim. Bir eline telefonu almış bir şeyler yapıyordu. Derin bir nefes aldım. Zilin çalmasına biraz daha vardı ve ben sınıftan uzaklaşmak istiyordum. Sıkıntı yeniden yüz ifademe vurdu. Ben tam tepkisini bir seferliğine umursamayıp ayaklanacakken Ayaz’ın sesini duydum.
“Poyraz gel hadi kantine gidelim.”
Poyraz bana kısa bir bakış atıp kafasını sallayarak ayağa kalktı. Ayaz Poyraz’a göre daha naifti. Hem yüz hattı olarak daha yumuşakken, hem de karakter olarak daha vicdanlıydı. Poyraz’la nasıl arkadaşlardı bilmiyordum. Ayaz yine acı çektiğimin farkına vararak onu benden uzaklaştırmıştı… Bunu daha önce birkaç kez daha yapmıştı. Her şiddete tanıklık ettiği anlarda onu durdurmuş, uzaklaştırmıştı. Canavar onu sevmiyordu, buna emindim fakat hiç hakkında konuşmamıştık. Ayaz ve Poyraz sınıftan çıkınca başımı sıraya koyarak her şeyin geçmesini, bitmesini diledim. Her zaman geçerdi değil mi?
Uyuklamaya başlamışken üzerimde bir gölge hissettim. Poyraz’ın geldiğini anlamıştım. Ondan başkası gelmezdi buralara, tanırlardı Poyraz’ı. O gölge öylece hareket etmeden durunca yerimde rahatsızca kıpırdanarak sızlayan sırt yaralarımı ve yüzümü umursamadan sıradan başımı kaldırdım. Gördüklerim üzerine sertçe yutkundum.
Bu çocuğun burada ne işi vardı? Mert… Öylece başımda dikilerek yüzündeki buruk gülümsemesiyle bana bakıyordu. Poyraz dikkatimi çektiği zamanlarda Mert ile de yakın sayılırdım. Canavar onunla konuşmamı engellememişti. Genelde nerede arkadaş edinmeye çalışsam hemen onu yok ederdi. Beni asık suratlı, çekilmeyen bir soğuk nevale gibi gösterirdi. Mert bunu umursamazdı. Hatta bir seferinde Canavar’ın “Şu gevşekte sıktı artık.” deyip sinirlenmesini sağlayacak şeyleri söyleyip beni güldürmüştü.
“Herkes gibi sahte ve iğrenç olmaktansa o kişilere iğrenerek bakan bir güzelliği sevmek daha mantıklı geldi.”
Eğlenerek söylediği için ve Canavar’ı kızdırdığı için gülmüştüm. Gülmemle Canavar buna katlanamayarak gitmişti. Gittiğinde kafama dank etmişti. Beni sevdiğini söylemişti. Belki bir şans verilebilirdi. Uzun boylu, esmer ve tıpkı Poyraz gibi sert hatlara sahipti. Her şeyden önce konuştuğumuz vakitlerde komik ve düşünceli birisi gibi gelmişti. Ama Canavar’dan kurtulmak isteyen bir Efsun için yeterli değildi. Canavar’ın söyleteceği iki söz onu uzaklaştırır, hatta benden nefret etmesini bile sağlayabilirdi. Bu yüzden bir ilişki istemiyordum. Sonuçta hayat benim bile değildi. O ilişkiyi ben yaşayamazdım.
Mert ile Canavar’ı aynı karede düşünmekte istemsizce gülmemi sağlıyordu. Bu yüzden reddetmiştim onu. Elimden geldiğince nazik olmuştum. O zamandan sonra zaten o da herkes gibi beni görmezden gelmişti. Nazik olmamı umursamadan, bir küçük hayır cevabı onu uzaklaştırmaya yetmişti.
Canavar’a gerek kalmadı demiştim o zamanlar içimden.
Sonrasında Poyraz’la gelişen ilişki, kurtulma ve sevilme ihtimallerimle birlikte iyice beni sevmemeye başlamıştı. Üzerimde yakaladığım sert bakışları bunu gösteriyordu. Şimdi neden beni görmezden gelmiyordu ki? Poyraz’ın görmesini ve acılarıma yenisini mi eklemek istiyordu? Neden karşıma dikilmiş, eskisi gibi bakıyordu?
İçimdeki sönen ateş yeniden harlandığında anladım, yetmemişti canavara. Canımı yakmak için başka sebepler üretiyordu. Bana bunu söyleyip, göstermese bile hissettiriyordu. Hissediyordum. Ben içimden gitmesi için dualar ederken, Mert sadece gözlerime bakıyordu.
“Efsun biraz konuşabilir miyiz?” dediğinde tepki veremedim fakat o devam etti. “Poyraz’ın aptallıklarını gerçekten seviyor musun? Seni güldürecek, normal bir ilişki yaşamak varken neden onun gaddarlıklarına aşkla bakıyorsun? Hiç canın da mı yanmıyor?” Canavar’ın aşk dolu bakışları onlar Mert. Her şey, herkesin senin gibi düşünerek beni dışlaması için. Kendini döven birisini seven aciz demesi için… İçimden ona vereceğim cevap için binlerce cümle geçerken, ağzımdan sadece o sözcük çıktı.
“Git.”
Gitmesi lazımdı, yeniden bana zarar vermesine izin veremezdim. Elimden hareket etme, konuşma yetkim alınmadan onu uzaklaştırmalıydım. Biraz daha kalırsa her şeyi anlatmak gelirdi içimden. Oyunumu bir kenara bırakıp ona umut dolu gözlerle bakmak… Bunları yapamadan Canavar’ın zihnime gireceğini biliyordum. Buna izin vermezdi. Kendi yok oluşunu hazırlamazdı. En önemli soruyu kendime sormaya hep korkuyordum.
Birine Canavar’ı anlatacak fırsatım ve gücüm olsa bile onlar buna inanır mıydı?
Kararlılığımı gören Mert duraksadı, omuzlarını düşürerek arkasını döndü ve gitti. Gözlerindeki hayal kırıklığını görmüştüm. Eminim ki o da artık diğerleri gibi düşünecekti.
Poyraz görmedi diye içten içe sevinirken kafamı yeniden sıraya koydum. Zil çalana kadar uyuduğumda zilin sesi ile uyanmıştım. Bu sırada Poyraz ve Ayaz sınıfa girmişti. Bir günüm daha ne kadar kötü geçebilir derken, bir daha bu kadar erken konuşmamaya karar verdim. “Kimmiş Efsun’a âşık olan?” Poyraz’ın sesi o kadar sert çıkmıştı ki olduğum yerde istemsiz irkildim. Bakışlarım, delici bakışları ile direkt bana bakan ve Ayaz ile kapıda durmuş Poyraz’a çevirdiğimde sertçe yutkundum.
Sınıftakiler Mert’i konuşuyor olmalıydı. Yanıma geldiğini duymuştu. Ona canımı bugün çok acıttın yarın devam etsen olur mu desem, bu seferlik sadece gülüp geçemez miydi? İçimden Canavar’a bu sefer izin ver, bir kere de ben kazanayım desem kabul eder miydi?
Sınıftaki dedikoducu, aptal kızlardan yanıt gelmezken “Kim dedim!” diye bağırdı. O kadar sinirli görünüyordu ki istemsizce oturduğum yerde küçüldüm. Yapmamalıydı. Poyraz’ı geçtim artık, o bu dünyadaki canavarlardan yalnızca birisiydi. Psikopattı. Ama Mert bunu yapmamalıydı. Yanıma gelerek ikimizi de tehlikeye atmamalıydı. O illaki karşılık verirdi fakat ben içimdeki Canavar’la ne yapacaktım?
Cevabın gelmesi uzun sürmedi. “Mert.” dediler arkada öylece olayları izleyen Mert’i göstererek. Poyraz beni es geçerek, tamamen görmezden gelerek hızlı adımlarla Mert’in yanına gitti ve yakasından tutup kaldırdığı gibi suratına bir yumruk attı. Konuşmadı. Sormadı. Direkt yargısız infaz yaptı ve bu şaşırtmadı.
Bu görüntü vücudumun titrememi sağlarken Canavar’a oynadığım oyunu tamamen kenara attım. Aramızdaki sözsüz anlaşmayı bozdum. Onun gibi davranamazdım. Aynı şekilde bana vurduğunu düşünmek canımı yakıyordu. Onu bekleyerek kaderime razı olamazdım. Hızla çantamı aldım ve montumu alarak ayaklandım.
Lütfen Canavar… Beni durdurma, lütfen gitmeme izin ver. Sözümde durmadığım için cezamı sonra ver. Bugün olmasın, Poyraz yeniden vurmasın lütfen.
Poyraz’ın sınıftaki diğer arkadaşları da Poyraz’ın yanına gittiğinde ben çoktan kapıya doğru yürümeye hatta koşmaya başlamıştım. Burada durmak istemiyordum. Daha doğrusu az sonra, bütün bunların suçlusu benmişim gibi davranacağı için kaçıyordum. Canavar’ın zihnimde belirip, hareketlerimin her zamanki durmasını bekliyordum fakat attığım her adım gayet düzgündü.
İzin verdi, gitmeme izin verdi diyerek iç geçirdim. Poyraz ve arkadaşları Mert’i hırpalarken ben kapıya kadar gelmiştim. Ona üzülmüştüm. Seni seçmediğim, o küçük mutlu olma şansını kullanmadığım için özür dilemek istedim. O bunları hak etmemişti. Tıpkı benim gibi. Poyraz’ın yanına gidip bir ihtimal onu durdurabilirdim ama yapmadım. Onun yerine kapıda dikilen Ayaz’ın yanından geçmek için hamle yapacağım sırada Poyraz’ın sesini duydum.
“Efsun! Konuşacaklarımız var.”
Bu bir nevi gitme, canını yakacağım demekti. Gözlerim Ayaz’ın gözlerine bakarken cevap vermek istedim. Seninle konuşmak istemiyorum, benim bir suçum yok demek istedim. Yapmadım, uzatmadım. Canavar sözünde dururken kaçmalıydım. Hem de hemen! Her zamanki yüz ifadem ile Ayaz’ın suratına bakarken Ayaz kaçmama yardım ederek kapının önünden çekildi. Çıkmamla öğretmenin ders için geldiği sınıftaki kavgayı ayırmaya çalıştığını gördüm.
Uğuldayan kulaklarım, dönen başımın izin verdiği kadar hızlı davranarak okuldan çıktım ve yürümeye başladım. Poyraz’ın peşimden geleceğini biliyordum, sonra olacakları da… Onun beni bulamayacağı bir yere kadar yürüdüm. Kendime, düştüğüm bu hale acıyarak sadece yürüdüm. Sonra onunla bizim parkımıza geldim.
Canavar’la…
Etrafını çeviren binalardan dolayı ıssız bir parktı. Çoğu kaydırak, salıncak kırılmıştı. Duvarlara yapılan grafitiler ile daha da ıssız ve terk edilmiş bir alanı anımsatıyordu. Öyleydi de. Gündüz vakti kimsenin gelip oturduğunu, vakit geçirdiğini görmemiştim. Geceleri ise sadece keşlerin gelebileceği bir yerdi.
Canavar zihnime girerek beni hep buraya getirirdi. Bizi, konuşmamızı kimsenin fark etmeyeceği tek yer buraydı. O hep benimle konuşabilirdi fakat karşılık almak istediğinde geldiğimiz yer; onun için sığınak, benim için ise darağacıydı.
İlerledim. Sırtımı grafiti ile süslenmiş, yıkılmaya yüz tutmuş duvara yasladım. Onunla konuşmalıydım.
Onu düşündüğüm de hissetmiş gibi karşımda belirdi. Görkemli bir bedeni vardı. Uzun ve kalıplı olması onu ihtişamlı kılıyordu. Ama gözakının olmaması, gözünün tamamen siyaha bürünmesi onu korku filmlerinden çıkmış bir varlık gibi gösteriyordu.
O benim korku filmimdi. Ben umarım filmin sonunda kötü karaktere dönüşen kadın değil de, ölen bir kadın olurdum.
Bakışları hiç olmadığı kadar ölümcüldü. Sinirliydi. Konuşmamı bekledi fakat benim dudaklarım hiç aralanmadı. Korkmuştum. Yapacaklarından değil, yine bir planı çöpe attığım için… Bunun bir plan olduğunu, sahte olduğumu anladıysa işte o zaman yanmıştım. Bu fırsat tekrardan ayağıma hiç gelmeyecekti. Konuşmadığım için daha da sinirlendi.
“Fare ölmek istiyor mu?”
Yeniden gözünden düşmüştüm. Bir birey olduğumu yeniden reddediyor, benimle üçüncü şahısmışım gibi konuşuyordu. Ve denek bir hayvanmışım gibi. Yine de böyle bir şey sormasına şaşırmıştım. Ölmek istediğimde bana çok kızardı. Burada ölmeyi her denediğimde sonuçlarını çok ağır ödemiştim. Ne cevap vereceğimi bilemedim.
Ölmek istiyordum.
Ölmek istediğimi söylersem bana karşı güveni tamamen bitebilirdi.
Ölmeme asla izin vermezdi biliyordum. Yine de ya bu sefer gerçekten çok sinirlendiyse ve izin verirse diye düşünmeden edemiyordum.
Gözlerine bakılı kaldım. Yine cevap yoktu. Derin bir nefes aldım, nefesim düzene girsin diye. O an kucağımda duran avucumun ortasında bir neşter belirdi. Gözlerim büyüdü. Nefesim daha da hızlandı.
“Hadi. Ben sözümde dururum, bugünün senin.”
Dudaklarım kenara çekildi. Önce gülümsedim. Neşteri sıkıca tuttuğumda ise tamamen sırıtarak ona baktım. Gülmem onu daha da rahatsız etmişti. İlk defa onu bu kadar sinirlendirebilmiştim. Bir şekilde ben kazanmıştım. Ölecektim, sonunda…
Bu bir oyun aptal, yapma diyen tarafımı susturdum. Oyun olsa da kaybedecek bir şeyim kalmamıştı. Yaşamadığım neyi yaşatabilirdi ki? Her acıyı tatmıştım. Neşteri usulca bileğime götürmüştüm ki telefonuma ardı ardına iki bildirim geldi. Bakmamalıydım. Poyraz’dan başkası olamazdı. Ama Canavar’ın ani bir tepki vermesi her şeyi değiştirdi. Onda ilk kez bir ifadeyi görmüştüm. İlk defa yıkılmaz duvarları yıkılmıştı. Kaşları çatılmış, yüzünde şaşkın bir ifade vardı.
Korkuyordu.
Boşta kalan elim cebimde ki telefona giderken bağırdı.
“Sakın! Korkaklık yapma, dikkatini dağıtma. Başladığın işi bitir. Canını yak!”
Kahkaha attım. Ölecektim ama önce neyden korktuğuna bakmam gerekiyordu. Daha önemlisi neden korktuğuna… “Durdursana!” dedim kışkırtarak. Zihnime girebilirdi, yapamıyordu. Bunların sebebini öğrenmek istiyordum. Onu zihnimden uzak tutabilecek bir açığı varsa, onu kışkırtarak öğrenmek istiyordum. Belki ölmek istemezdim. Kendimin değil, onun hayatına son vermek isterdim kim bilir?
Telefonu cebimden çıkardığımda karşımdaki beden yok oldu. Zihnimde onun getirdiği karışıklığı, ağırlığı hemen fark ettim. Durdurmaya çalıştı. Gücü azalmış gibiydi, engel olamadı. Çırpınmaları bana zevk verdi. Sonrasında zihnimde sesini duydum.
“Ölmene izin vermeyecektim. Sadece kaçtığın acıyı, kendin yaratmanı istedim. Ufak çizikler istedim, ölemezsin! Sen benimsin, benden gidemezsin!”
Bunları neden şimdi söylüyordu? Beni durduramıyordu, korku ona iyi gelmemişti. Onu daha da kışkırtmak için neşteri sağ elimle boynuma götürdüğümde, yüzümdeki sırıtma ile telefonuma gelen mesajları okudum. Her bir kelimede Canavar çıldırmış gibi bağırarak acı çekti, sonunda beni terk etti.
0535***: Benim yangınlarım, senin yağmurlarına hasret. Ne zaman akıtacaksın gözyaşlarını? Ne zaman bırakacaksın güçlü biri gibi görünmeyi?
0535***: Ayrıca yaşamı hiç tatmamış birisinin gülümseyerek ölümü beklemesi hiç adil değil.
“Ölümün kollarında, sessiz bir uykuya daldım.”
Kimin olduğunu bile bilmediğim birinden gelen mesajın hayatımda yeri ne olabilirdi? Bana ne zaman akıtacaksın gözyaşlarını demişti… Herkes gibi neden duygusuz, kendini bile koruyamayan birisi demek yerine bu cümleyi kullanmıştı? Canavar’ı bu denli nasıl çaresiz bırakmıştı? Nasıl bedenimden ve ruhumdan uzaklaştırmıştı?
İstemsizce içime umut doğdu. Ama hayır dedim! Hayır, Poyraz’da umut olmuştu. Ama umut değil oyundu.
Güçlü biri gibi görünmeyi ne zaman bırakacaksın yazmıştı. Ona ben güçlü olmazsam bu yaşadıklarımı bünyem nasıl kaldırsın desem anlar mıydı beni? Ona beni durduran bu aptal şeyi söylesem, güçlü durmayı bıraktığımda beni ele geçirecek, artık hiç ben olamayacağım desem bana inanır mıydı? Ya da, bunları söylememe Canavar izin verir miydi? Yeniden bir mesaj geldi.
0535***: Elinde ki neşteri bırak, korkuyorum.
Bir sinirle telefonu yere atıp, etrafıma baktım. Ne oluyordu? Bu Poyraz mıydı? Yeşil gözleri olan Poyraz… Ama olmamalıydı. O bana iyi yaklaşmayı uzun zaman önce bırakmıştı. Mert miydi? Anlamıyordum.
Canavar’ın kayboluşunun gerçek olup olmadığını anlamıyordum.
Umut ya da oyun.
Umut ya da ölüm.
Ya yeniden tanrı tarafından bana bir şans verildiyse? Ya da yeniden canımı yakacak birisini ortaya çıkardıysa?
Boynumdaki neşteri tutan elim titrediğinde elimi geri çekerek neşteri de uzağa fırlattım. Ölmek tek çıkış yolumdu. Ölmek ilk defa benim elimdeydi. Ama içimdeki o küçük umut parçası bana yeni bir yaşam sunuyordu. Bu sefer farklı hissediyordum. Ölmek değil, bir başıma yaşamak istiyordum.
Bu mesajları almamın sebebi, onunla konuşarak mutlu hissetmemi amaçlamaları da olabilirdi. Ona cevap verdiğimde Poyraz görürse bu mesajı, yine sinirlenir miydi? Canavar mesajları öne sürerek acı çekmemi sağlar mıydı? Bu mesaj da, ilerideki çekeceğim acılara bir altyapı çalışması mıydı?
Artık o ne tepki verir diye düşünmekten yorulmuştum. Ben Poyraz’ın gözünde, bir şey yapsam da yapmasam da yine suçlu oluyordum. Benim acılarımı gören birine ‘ben acı çekmiyorum!’ diye tepki vermeyi gereksiz buldum. Ben acı çekiyordum ve o da bunu biliyordu. İlk defa gerçek olmak istedim, kendim gibi. Eğer bu kayboluş gerçekse ilk defa durdurulmadan, kısıtlanmadan ben olacaktım.
Efsun: Ağlarsam, güçlü biri gibi olmayı bırakırsam beni kim toparlayacak?
Biriyle konuşmanın verdiği rahatsızlık ile yerimde kıpırdandım. Canavar’ın oyunu olabilir! Pişman olabiliriz! Ona bir şeyleri belli etmemeliydim. Telefon elimdeyken titredi, bakışlarım telefona döndüğünde mesaj attığını gördüm.
0535***: Başkalarının açtığı yaraları sarmama izin verir misin bilmiyorum ama ben buradaydım. Ölüm korkakların çıkış yoludur. Artık bir şeyleri içine atıp, seni tüketmesine izin verme. Bana anlatabilirsin…
Dudaklarım uzun zamandır ilk defa kenara doğru kıvrıldı. Fakat bu sevinç değildi. Yine inanacaklarımı mı sanıyorlardı? Ona anlatacakmışım, neden? Gelsin o da beni mahvetsin, dalga geçsin, Poyraz’ı sinir krizine sokarak beni hastanelik etsin diye mi? Hayır Canavar, inanmayacağım.
Efsun: Sınıfın ortasında ifşa edilecek bir durumum olursa ilk sana anlatacağım. Ertesi gün tüm sınıf duyar zaten.
Biriyle ilk defa bu kadar normal konuşuyordum. Normalde tek kelime ile derdimi geçiştirir sonra ise susardım. Bu garip hissettirmişti.
Fark ettim de artık biriyle konuşmaya bile korkar olmuşum. Canavar bana ne yapmıştı böyle?
Çok yorgundum. Hem fiziksel olarak, hem de ruhsal olarak. O bir şeyler yazarken sınırları zorlamak istedim. Artık ikilemde kalmaktan nefret eder olmuştum.
Efsun: Yardım etmek istiyorsan okuldaki havuza gel, uzaktan izleyip mesaj atmakla olmuyor bu işler.
Usulca yerden kalktım. Sanki son günümmüş gibi, sallana sallana okula geri döndüm. Son ders saatinin sonlarıydı. Vakit çok çabuk geçiyordu. Gelen mesajlara bakmadım. Kimseye görünmeden eksi bir katına indim. Kapıları ve ışıkları açarak boş havuzun olduğu salona girdim.
Yalnızdım, henüz.
Sırtımdaki çantayı bir kenara fırlattım. Havuza yaklaşıp usulca kenarına oturdum. Ortam loş ışık ile aydınlatılmıştı. İçime de aniden bir sakinlik çökmüştü. Gözlerimi kapadım. Canavar’ın zihnimde yaratıp gittiği kargaşayı çözmeye çalıştım. Omuzlarım düşmüş, çok uzun olmayan boyumla bacaklarımın yarısını suya sokmuşken sadece bekledim. Birkaç şarkı mırıldandım, düşüncelerim sussun diye.
İçten içe dua ettim Canavar gelmesin diye. Salonda bir çıtırtı duyduğumda gözlerimi araladım. Cebimdeki telefonu çıkardım ve aynı sakinlikle gelen mesajları okudum.
0535***: Neden kendine değer vermiyorsun? İnsanlardan bu denli nefret edip, uzak dururken bile onlara yalvarır gibi bakıyorsun? Sorun sadece Poyraz olmamalı. Başka şeyler var biliyorum, yanında olacağım.
Canavar’ı biliyormuş gibi konuşuyordu.
0535***: Hep oldum, hatırlamasan bile.
Hatırlamadığım yıllardan birisi miydi? Neden aylardır şiddet görmeme rağmen durdurmamış, ölümün ucundayken dur demişti? Geçmişi hatırlamaya çalıştım. Yapamadım.
0535***: Hayaller ve gerçekleri ayırt ettiğinde iyileşeceksin papatyam.
0535***: Yalnızca benim, siyah papatyam…
Gerçekler ve hayaller.
Her şey bundan mı ibaretti?
Mesajlara dalmışken, zihnimde yeni kapılar açılmaya başlarken kendimi aniden suyun içinde buldum. Su beni dibe çekti, amansızca çırpındım. Elimdeki telefon suyun içerisinde kayboldu. Ne yaparsam yapayım suyun yüzeyine çıkamazken, nefes almak adına istemsizce dudaklarım aralandı. Su yutmaya başladım. Kulaklarım uğuldarken, kulaklarımda tanımadığım adamın sesinden bir cümle yankılandı.
“Her şeyden vazgeçebilirsin, benden bile. Yeter ki kendini ölümün kollarına bırakma. Her zaman bir kurtuluş yolu vardır.”
Birkaç gün önce ölmek için yalvaran ben; yaşamak için çırpınmaya, bir nefes uğruna yukarı çıkmaya çalıştım. Suyun dibinde kalmaya devam ettiğimde artık gücüm bitti. Sanki kafamdaki düşünceler ağır bastı ve ben suyun altından çıkamadım. Ardı ardına sular yuttum. Gözlerim kapandı. Ölümün kollarında, sessiz bir uykuya daldım.
❀
Gözlerimin üzerindeki baskı azaldığında göz kapaklarımı yavaşça araladım. Ölmüş müydüm? Ölmek için fazla şanssızdım. Bende şans olsaydı, bu acıları çekmeden gözlerimi sonsuza kadar çoktan kapatmış olurdum. Arafta mıydım? Görüş alanıma giren ilk şey teyzemin sert bakışları olduğunda istemsizce gerildim. Cehennemdeydim. Ne oluyordu böyle? Kulaklarım uğulduyordu. Burnum yanıyordu ve başım fazlasıyla dönüyordu. Bakışlarımı yan koltukta oturan teyzemden çekip etrafıma baktığımda hastanede olduğumuzu gördüm. Üzerim ıslaktı. Yarım yamalak kurumuştu fakat çoğu bölgem yaştı. Soğukluğu ile titredim. Kaşlarımı çattığımda öksürmeye başladım. Teyzem bunu umursamadan konuştu.
“Bu yaptığın sorumsuzca hareketlerin bedelini ağır ödeyeceksin! Bundan sonra bu yüzüme alışsan iyi edersin.”
Anlamayarak kafamı iki yana salladım. Konuşacaktım ki gözüm teyzemin arkasında Azrail misali, hiç hareket etmeden, gözlerini kırpmadan, soğuk yüzüyle bana bakan Canavar’a kaydı. Geri gelmişti. Kim olduğunu bilmediğim numara onu uzak tutmaya yetmemişti. Yüksek ihtimalle bu bir oyundu.
Beni inciten, hastanelik eden bilinmeyen numaraydı.
Beni bilinmeyene iten ise bu Şeytan!
Gözlerim doluyordu fakat asla yaşlar akmıyordu. Canavar’a bakılı, dolan gözlerim ile bakarken teyzem daha çok bağırdı.
“Seni evimde görmek istemiyorum, biz uyuduktan sonra gel uyanmadan git!”
Gözlerim daha çok doldu ama ağlamadım. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Garip sesler duyuyordum. Kafamda patlamayı bekleyen bir saatli bomba vardı. Ailem sandığım, sanmak zorunda olduğum, az da olsa bana gülümseyen tek insan da beni görmek istemediğini söylüyordu. Teyzem yüzüme baktı. Cevap bekledi. Gözlerimi kaçırmadım, sadece yutkundum. Teyzem yeniden ağzını açacaktı ki Canavar “Sen bensiz hayatta kalamayacaksın. Bu kadar özgürlük yeter.” dedi.
“Neden beni istemiyor-”
Canavar zihnime girip istediklerini söyletti. Eve beni almalarını, eskisi gibi olmamız için af dilememi sağlayacaktı ki içimi bir öfke doldurdu. Beni istemiyorlardı. Hiçbir suçum olmadığı halde herkesin beni hor görmesinden sıkılmıştım. Yoğun bir irade ile kendimi de şaşırtacak şekilde Canavar’ı susturdum. Onu susturabildiğime inanamıyordum. Hala zihnimdeydi ama susmuştu işte. Kafamı iki yana sallayarak kulağımda ki çınlamaları susturarak Canavar’ın cümlesini kestim.
“Neyse, git!”
Teyzem arka arkaya, birbirinden çok farklı duygular besleyen cümleleri duyunca şaşırdı. “Ne?” Derin bir nefes aldım. Kimsenin beni istememesine alışkındım. Asla tanımadığım, teyzemin deyişi ile tanıyamayacağım ailem bile istememişti. Canavar bile beni istemiyordu, benimle olmak zorundaydı. Beni istemeyeni bende istemezdim. Cehennemin dibine kadar yolları vardı. Bu saatten sonra başkalarını düşünecek değildim. Kendi halim yeterince acınası ve hakkında düşündürücüydü. Duygulara, bağlanmalara artık gelemiyordum. Tamamen hislerim körelmişti.
“İstemiyorsan git, zorla tutmuyorum.”
Söylemiştim işte. Canavar beni durdurmamıştı. Ya da durduramamıştı. Zihnimde kendi irademi koruduğumda zihnimi hızla terk etti. Etrafa baksam da bana görünmedi. Gitmişti. Şimdilik. Gücünün dibe çekildiğini hissediyordum. Sebebi hakkında hiçbir fikrim yoktu. Teyzem sözlerim sonucu öfkeden kızardı. “Bir daha sakın evime gelme, akşamları bile! Ucube.”
Sözleri kalbimi yaralasa da sadece gülümsedim.
İç sesim konuştu: Neden gitmiyoruz buralardan? Neden bunca eziyete razı geliyoruz?
Cevap veremedim.
Teyzem ben konuşmadığım için daha çok sinirlendi ve cebinden çıkardığı bir tutam parayı yatağın üzerine fırlattı.
“Ben gidiyorum. Sen de gelirsin taksiyle!”
Hiç bir şey demedim, diyemedim. Teyzem yanımdan giderken öylece duvara bakmakla yetinmiştim. Eve geldiğimde beni kovmayacağını biliyordum. Sinirle söylemişti sözleri, yine de artık oraya ait hissetmiyordum.
Neden kimse bana sadece iyi misin demiyordu? Neden bu kadar fazlalık olduğumu belli ediyorlardı. Zaten iliklerime kadar fazlalık olduğumu hissetmişken, neden bir de yüzüme vuruyorlardı?
Bir süre yatakta kendi karamsar düşüncelerim ile savaştıktan sonra yatağın üzerindeki paraları avucumun içine hapsettim ve doğruldum. Kolumdaki serum bitmişti. Görevliyi çağırmak yerine serumun iğnesini sertçe çekerek söktüm. Hiçbir şey yetmez gibi bir de düşüncelerimle savaşıyordum. Benim canımı yakmak isteyenlerle olan savaşımda, kendi düşüncelerim bile beni yalnız bırakıyordu. Karşı tarafa geçiyordu, herkes gibi… Başımın tekrar dönmemesi için yavaşça kalktığımda elim istemsizce boynuma gitti. Neşterin kestiği hafif çizikler sargıya alınmıştı. Elim bu sefer neden şiştiğini bilmediğim başıma gitti. Sızlıyordu. Büyük ihtimalle sırtımı görmemişlerdi. İyi ki görmemişlerdi, yoksa sırtımdaki izleri nasıl açıklardım? Poyraz’ın bıraktığı yaraların haddi hesabı yoktu. Açıklayacak cümlelerim de yoktu.
Islak cebime sıkıştırdım. Havluyla az da olsa kurulanmış olmalıydım. Hiç bir görevliye görünmeden buradan gitmek istiyordum. Yatağımı diğer yataklardan ayıran bez perdeyi açarak çıktım. Bir kaç hemşire ortalıkta dolaşıyordu.
Gözüm ileride perdesi tek açık olan yatağa kaydığında kaşlarım çatıldı.
Hemşire, çocuğun patlamış kaşına pansuman yapıyordu. Tanıdıklık hissi bedenimi kaplarken biraz daha dikkatli bakma gereği duydum. Sonuç olarak bu çocuğun benim yüzümden dayak yemiş olan Mert olduğunu gördüm.
Arkamı dönüp kimseye görünmeden gitmek istesem de vicdanımın uyguladığı baskı sonucu adımlarım Mert’in yanına gitti. Yanına yaklaştığımda boğazımı temizledim. Umarım bu vicdan olarak gördüğüm şey, içimdeki Canavar’ın yeni planı değildir diye geçirdim. Mert acıdan buruşmuş yüzü bana dönerken, kapalı gözlerini açtı. Beni gördüğünde şaşırmıştı, burada olmamı beklemiyordu. Gözlerinde farklı sorular, endişeler vardı. Hemşire işini bitirip giderken bile biz hâlâ bakışıyorduk.
Böylece ayakta dikilerek Mert’e bakmanın anlamsız olacağını düşünüp, konuşmaya başladım.
“İyi misin?”
Sesimi duymak ona sanki burada olduğumu kanıtlamıştı. Gözlerinde garip bir ifade varken konuştu. “Evet iyiyim. Sen?” dedi üzerindeki şaşkınlığı atarak. Şu an ise ona bakarken göreceğim tek şey sorgulamaydı. Hastaneye onu görmek için geldiğimi düşünüyor, sebebini sorguluyor olmalıydı. Yoksa bu kadar meraklı bakmasının bir açıklaması yoktu. Benden cevap gelmediğinde bakışları yüzümde dolaştı ve en sonunda kahverengi gözleri boynumdaki sargıya kayınca gözleri büyüdü. Dişlerini sıkarak “O mu yaptı, düştüğünde mi oldu!” dedi sinirle.
Olduğum yerde gerildim. Düşmek? Anlamadığım halde evet deyip Poyraz’ın bana uyguladığı şiddeti sonunda kabul edebilirdim. Boynumdaki yaraları o yapmasa bile… Dudaklarımı araladım. Evet deyip, onun yanında zorla durduğumu belirtecektim.
“Hayır, hayır. Küçük bir kaza geçirdim, onu görmedim bile.”
İçimdeki umut parçalandı. Ne bekliyordum ki, acı çekmemden zevk alan şeyin buna izin vereceğini mi? Buna inanmış gibi görünmese de günlerdir duymak istediğim o soruyu sordu.
“İyi misin?”
“İyiyim.”
İçimde beni bitiren şey bu sefer de bana yalan söyletti. Ona bir isim koymaya karar verdim. O benim katilimdi, acı çekmemden hoşlanan bir Canavar’dı. Vücut bulmuş kötü ruh, Şeytan’ımdı…
Duruma iyi yönünden bakmaya çalıştım; belki de kendi ağzımdan iyi olduğumu duymak, iyi yapardı beni. Ya da sadece kendimi avutuyorum işte. Biz bu anlamsız bakışlarımızı sürdürürken “Nasıl düşmeyi becerdin küçücük havuza? Orada ne işin vardı?” dedi. O an kulaklarımın çınlamasının sebebi aklımda canlandı.
Neşter.
Bilinmeyen numara.
Havuz.
Boğulmam.
Islak olmamın sebebi, havuza düşmemdi!
Gözlerim büyürken sanki tekrardan birisi beni suya itecek, yüzmeyi bilmeyen beni ölüme terk edecek gibi panikle etrafıma baktım. Ölümü bu kadar isteyip, çıkış yolu olarak gördükten sonra bu kadar korkmak tam da bana göreydi. Ölmekten, öldürülmekten korkuyordum. Suya benim düşmediğimden emindim. Yoksa sadece mesajlara dalıp dengemi mi yitirmiştim? Sorular beni boğarken acil servisin içinde bir telefonun yüksek sesi duyuldu. Bu zil sesi benim telefonumdan geliyordu. Sahi telefonumu en son havuza düşürmüştüm. O andan beri görmemiştim. Mert’e bakmadan, sorularına cevap vermeden az önce yattığım yere gittim ve telefon sesimi dinleyerek nerede olduğunu anlamaya çalıştım. Sesin yüksek geldiği yere yaklaştım. Yataktan ses geliyordu. Biraz önce başımı koyduğum yastığı kaldırırken telefonumu orada gördüm.
Sorgulamamaya çalışarak kimin aradığına bakacağım sırada titremesi durdu. Ekran yeniden karanlığa kavuştuğunda kapandığını anladım. Kaşlarım çatık son aramalar girdim. Poyraz’dan sayamadığım kadar cevapsız çağrı vardı. Sonra ise Poyraz ile konuştuğumuzu belirten o simgeyi gördüm. Ben konuşmamıştım, teyzem mi açmıştı? Ne konuşmuşlardı? En önemlisi ise telefonum buraya nasıl gelmişti? Teyzemin ona hastanede olduğumu söylememiş olması için dualar ederken okulda bu olayın duyulmamış olmasını diliyordum. İmkânsız bir dilekti. Peki ya beni havuzdan kim çıkarmıştı? Telefonum tekrar çaldı. Poyraz yeniden arıyordu.
Telefonu titremeye başlayan ellerim ile açacakken arkamdan gelen bir ses duydum.
“Efsun?”
Elimdeki telefon vaktinde açamadığım için yeniden kapanırken ismimi seslenen kişiye şaşkınca döndüm. Çok uzun olmayan koyu kahverengi karışımı saçları alnına dökülmüş, bal rengi gözleri ile endişelenerek bana bakan Ayaz ile karşılaşmam ile iyice şaşırırken aklıma delicesine sorular geçiyordu.
Poyraz teyzeme kendisini kim olarak tanıtmıştı? Teyzem Poyraz’a hastanede olduğumu söyledi diyelim. Poyraz yerine neden Ayaz bana endişeli bir şekilde bakıyordu? Algılayamıyordum. Hiçbir şeyi anlamıyordum.
Aramızdaki sessizliği Ayaz bozdu. Bir kaç adım atarak tam karşımda durdu ve buram buram endişe kokan sesiyle “İyi misin?” dedi. Söyleyecekleri vardı, bu belliydi. Fakat öncesinde benden bir tepki bekliyordu. İyi değilim demek için dudaklarımı aralamayı denemedim. Tekrar yalan söylemek istemiyordum… Konuşursam, konuşan ben olmayacaktım. Canavar, benim Şeytan’ım hiçbir şey olmamışçasına buraya gelip buna izin vermeyecekti. Kendimi yormama gerek duymadım. Ama açıkça Canavar’a teslim olmak da istemedim.
İyiyim demek yerine başımı hafifçe sağa sola salladığımda gözlerinden çok farklı şeyler geçti. İlk defa iyi olmadığımı kabulleniyordum. İlk defa iyi olmadığımı belirtebiliyordum, o da benim gibi ilk kez bu anlara şahit oluyordu.
Biz böyle anlamsız bir şekilde, altında çok şey barındıran gözlerimizle bakışırken telefonum tekrar titredi. Çalmasına izin vermeden ses kısma tuşuna basarak bir nevi aramayı sessize aldım.
Poyraz arıyor…
Canavar belki yanıma gelemiyordu. Belki şu an beni yönetemiyordu ama beni de kendime bırakmıyordu. Kara gözlü Poyraz’ı canımı yakması için gönderiyordu. Bakışlarımı bir süre telefonda tuttuktan sonra Ayaz’a çevirdiğimde telefonuma baktığını gördüm. Ona baktığımı hisseden Ayaz kafasını kaldırarak gözlerimizi birleştirdi ve yutkunarak konuştu.
“Telefonunu incelediler. Teyzene ben bırakmıştım. Ayrıca hastaneden ayrılmadan ifademizi almaları gerekiyor.”
Kaşlarım çatıldı. İfadelerimizi? Bakışları yeniden telefonumu buldu.
“Poyraz’la karşılaştım yanına gelmeden. Buraya gelmiş.”
Artık ona nasıl baktım bilmiyorum ama duraksadı. Bakışlarını kaçırarak konuştu. “Konuşmak istemezsin belki. O seni acil servisin diğer kısmında arıyor. Sen burada dur, ben onu göndereyim olur mu?”
Bu teklifi ile gözlerimin parladığına yemin edebilirdim. Şu an Poyraz ile konuşmak hayatımda isteyeceğim son şeydi. Ayaz kendi arkadaşını neden benim için yarı yolda bırakıyordu, yalan söylüyordu bilmiyordum ama iyi ki yapıyordu. Burada ne işi olduğunu bile bilmiyordum. Canavar neden engel olmuyordu? Karşımdaki adam onun oyunlarını bozuyordu. Buna engel olabilirken neden bu denli sessizdi?
Derin bir nefes alıp uzun zaman sonra ilk defa birine içten bir şekilde tebessüm ettim ve olur anlamında başımı salladım. Ayaz’ın bakışları kıvrılmış dudaklarıma kaydığında afalladı. Bugün başta kendim olarak birilerini şaşırtmayı başarmıştım. O öylece yüzümdeki tebessüme bakıyorken telefonum tekrar çalmaya başladı. İrkilerek kendine geldi ve sanki suç işlemiş çocuklar gibi başını öne eğdi.
“Ben ona burada olmadığını eve geçtiğini söyleyeceğim. Sonra yanına gelirim?”
Sorarcasına söylemişti kelimelerini. Benim ona neden yanıma geliyorsun demem gerekiyordu, fakat yapmadım. Usulca başımı salladığımda bana gülümsedi ve hızlı adımlarla acil servisi terk etti. Dakikalar öncesinde baygın bir şekilde yattığım yatağın kenarına ayakta duracak gücü kendimde bulamadığım için oturduğumda ismimin yeniden seslenildi.
“Efsun?”
Bakışlarım perdenin bir kenarından başını çıkarmış bir şekilde konuşan Mert’e kaydı. Gözlerim Mert’in yüzünde oyalanırken sinirlenmeye başladım. Normal değildi. Canavar’ın yokluğu, hislerimi kullanabilmem, Poyraz’dan kaçışım, Ayaz’a derdimi anlatışım ve Mert’in tavırları… Hiç biri normal değildi. Bir oyun olmalıydı. Tuzaklara düşmemeliydim.
“Efendim?”
Kafasını oradan çıkarmak ona da garip gelmiş olacak ki tüm bedenini içeri soktu. “Şey tekrardan geçmiş olsun.” dediğinde başımı salladım. “Sana da öyle.” Hiçbir şey demeden, ben yatakta otururken o ise ayakta dikiliyordu. Neden hâlâ yanımdan gitmediğini sorgularken perdenin bir diğer kenarı açıldı ve içeri Ayaz girdi. Bakışları önce bana, sonra Mert’e dönerken yumuşak yüz hatları sertleşti ve kaşlarını çattı.
Mert’in burada olduğunu Poyraz’a söylemezdi değil mi? Gereksiz bir endişe içimi kaplarken kendime düşünme fırsatı vermeden Mert’e döndüm. Hızla “Hoşça kal Mert.” dediğimde gitmesi gerektiğini anladı. “Görüşürüz Efsun.” Arkasını döndü ve gitti. Ayaz ile yalnız kaldığımızda odayı bir sessizlik kapladı. Daha sonra ise Ayaz’dan, Mert neden buradaydı gibi sorular beklerken o çok farklı bir şey sordu.
“Poyraz’dan gerçekten hoşlanıyor musun?”
Sesinde saf merak varken şaşırdım. Neden böyle bir soru sormuştu? Eskiden bunun cevabını hemen verebilirdim. Evet derdim, onu çok seviyorum. Yeşil hareli Poyraz bana umut vaat ediyor. Kurtuluş, bir çıkış yolu… Ama artık ondan nefret ediyordum. Birini öldürme şansım olsaydı ilk Şeytan’ı, ardından Şeytan’ın yardımcısı Poyraz’ı öldürürdüm.
İkisi de hayatımı mahvetmişlerdi. Geriye yaşayacak bir hayat bırakmamışlardı.
Evet diyemedim, ben onu sevmiyordum. İçimdeki, her an ensemde olan aptal şeytan beni ona mecbur kılıyordu. Bu soruyu Ayaz’a sorduracak kadar mı belli oluyordu onu istemediğim? Canavar beni güzel yönettiğini sanıyordu, onun yanında mutluymuşum gibi davranmamı sağlıyordu. İçimdeki Canavar’ın yarattığı enkaza dönerek umutla kahkahalar attım ve içimden ona meydan okudum.
“Birileri onu sevmediğimin farkında, bir gün seni yeneceğim. Seni mahvedeceğim.”
Yüreğimdeki sıcaklık artarken sinirlendiğini fark ettim. Beni yönlendirmese de, onu görmesem de hala içimdeydi. O bensiz yaşayamazdı. Ona karşı çıkmamdan nefret ediyordu. Onu sinirlendirmek hoşuma giderken Poyraz’ı sevmediğimi söylemeye karar vererek konuştum.
“Mert’in yanıma geldiğini Poyraz’a söylemezsin değil mi?”
Başıma şiddetli bir sancı girdi. Her daim iradeni koruyamazsın, her boşluğunda seni yönetirim demeye çalışıyordu. Sinirle dişlerimi sıktım. Gülme sırası içimdeki Canavar’a geçmişti.
Ayaz “Bu sana zarar verecekse söylemem.” dediğinde Canavar ile tartışma içerisine girmek istemediğimden “Söyleme.” diye mırıldandım. Beni küçük bir baş hareketi ile onaylayıp “İfade için zaman istemiştim, biraz olsun kendine gel diye. Zamanı geldi.” dedi. Kafamı salladım. Ayaz arkasını dönüp gitti. Birkaç dakika sonra birisi kadın diğeri erkek iki polis memuru ve okulun rehberlik hocası Samet Hoca ile geri döndü. Yatağa Ayaz ile yan yana oturduğumuz da sorular seri bir şekilde başladı. Rehberlik hocası sadece iyi olduğumu görmek için gelmiş gibi görünürken tüm muhatabım polislerdi. Ayaz ise bana destek olurcasına sadece yanımdaydı.
“Okul saatleri dışında orada ne işin vardı?
“Son ders saatinde gittim. Okulda öğrenciler vardı.”
“Orada ne yapıyordun, kiminle gittin?”
Bilinmeyen numarayı söylemeli miydim? Sorularına cevap vermeden boş bakışlarım ile daldığımda, Canavar’ın buz gibi soğuk sesini duydum.
“Başımıza iş açma, kendini suya attın. Boğulup benden kurtulmak için.”
Ben atlamamıştım. Ben atlayamazdım. Kaşlarım çatılırken polis soruyu daha gür bir sesle tekrarladı.
“Neden oradaydın! Yanında kim vardı!”
Her şeyi usulca idrak ederken dudağımın bir kenarı yukarı çekildi. Şeytan’ın oyununu devam ettirecek, sonunda ise ondan kurtulacak yolu bulacaktım.
“Kamera kayıtlarında da görebilirsiniz, bir başıma gittim. Sadece yalnız kalmak kafa dinlemek istedim. Ayaklarımı suya sokup, havuz kenarında otururken dengemi kaybettim.”
Telefonumu incelediklerinde bilinmeyen numara ile mesajımı görmemeleri için dua ettim. Polisler not aldıktan sonra Ayaz’a döndüler.
“Neden oradaydın? Efsun’un orada olacağını nereden biliyordun?”
Ayaz da mı havuzdaydı? Orada olacağımı bilen, buluşmam gereken kişi bilinmeyen numaraydı. Kaşlarım daha çok çatılırken bakışlarımı Ayaz’a çevirdim.
“Yüzme kursundayım. Antrenman için oradaydım. Su da birisini gördüm ve hemen müdahale ettim ardından ambulansı aradım zaten.”
Polis memurları rehberlik hocasına döndüğünde soru sormalarına gerek kalmadan Samet Hoca konuştu.
“Ayaz’ın o saatte orada olacağı okul idaremizin bilgisi dâhilindeydi. Ne cinayete, ne intihara teşebbüs var. Öğrencilerimizi daha fazla yormak istemiyoruz. Anlayışla karşılayacağınızı düşünüyoruz, küçük bir olayı büyütmeyelim.”
Okulun itibarını sarsacak, haber değerinde bir olay yayılmasın diye her şeyi yapıyorlardı.
“Güvenlik kayıtları önceki günden itibaren yok. Bu konu hakkında tutanak tutulacak.”
Bana dönerek “Geçmiş olsun.” deyip yazdıkları ifadeyi okutarak imza attırdılar. Polisler gittikten sonra Samet Hoca “Olayı deşmeyin, yaymayın! Geçmiş olsun.” deyip o da gitti.
Derin bir nefes alıp alıp verdim. Olayları birbiri ile bağlamaya, anlamaya çalıştım. Gözlerimi sinir bürürken belli etmemek için çaba sarf ederek sessizce yanımda oturan Ayaz’a sordum.
“Yüzme kursunda olmadığını ikimizde biliyoruz. Neden yanıma geldin!”
Ayaz sessizliğe bürünüp başını öne eğdi. Ellerimin arasındaki telefonu açarak mesajlara girdim. Bilinmeyen numara yoktu. Ne mesajlarımız, ne sohbet kutumuz. Hiç biri sanki hiç olmamışçasına silinmişti.
“Ayaz! Beni neden ittin?”